KAYGILAR…
Şu
gerçeği görelim: Mimarlar mutsuz. Ücretli çalışanların ücretleri düşük, zaten
iş bulmak zor, mesleki ve sosyal haklarından taviz vererek iş bulabiliyorlar.
Kamu çalışanları küçülen devlet yapısının değişim sancılarını birebir
yaşıyorlar. İşsizlik, yapı sektöründeki yanlış politikalar yetmiyormuş gibi,
etik sorunlarla da uğraşmak zorunda kalıyoruz: Haksız rekabet, imzacılık almış
yürümüş. Mutsuzluk, giderek umutsuzluğa dönüşüyor. Serbest bürolar bir bir
kapanıyor. Meslektaşlarımız bu sorunlarına eğilmek, çözüm bulmak için Odamızda
çalışma gurupları, komisyonlar oluşturuyorlar.
Mesleki
Denetim Uygulaması 60’lı yıllarla başlıyor. Mesleki Denetimin başladığı zaman
başlıca gerekçesi, haksız rekabetin önlenmesi, yetkisiz kişilerin mimari
projelere imza atmasının önüne geçilmesiydi. O zamanlar, kalfalar gazetelere
ilân verirler, nasıl yapıyorlar idiyse, mimari proje hazırlarlardı.
Aradan
yıllar geçti, elli yıldır çok mücadele verildi ama baktığımızda çok fazla
değişmiş gibi gözükmüyor, yine haksız rekabet, yine yetkisiz kişilerin
mimarlığı, yine imzacılık var. Belki artık kalfalar imzalamıyor, inşaat
mühendisleri de artık ihtisas ayrımına uydular. Ama görüyoruz ki, haksız
rekabetten, imzacılıktan da öte, piyasada çalışan “sahte” mimarlar var. “Sahte
mimar diplomalı” kişiler mimarlık yapıyorlar. Yakalanıncaya kadar bunların
hazırladığı projeler belediyelerden onay görüyor.
Elbette
bu kendimizi de eleştirmemiz gereken bir duruma işaret ediyor. “Sahte mimar”ın hazırladığı
proje ile imzacı mimarın projesi arasında çok büyük fark yok ki, o da
belediyeden geçiyor rahatlıkla. Daha kötüsü, toplumun kent topraklarına paragöz
bakışı ile mimari çevreye duyarsız yaklaşımının örtüşmesi. Bu yadsınamaz bir
şekilde bir sosyo-ekonomik sistem sorunu ve aynı zamanda bir etik sorunudur. Etik
sorunu sistemden elbette koparamayız. Etik sorun, sistem sorunlarıyla birlikte
yürür. Sistem ne kadar bozuksa, meslek etiği de o kadar bozuluyor ne yazık ki.
Bu her alanda böyle, yani sadece mimarlık alanında değil, mühendislik alanında
da, tıp alanında da, hatta hukuk alanında da böyle olabiliyor.
Sistem
’61 yılından beri çok değişti, çok farklılaştı, yeni düzenler geldi. Hatta
bundan yirmi yıl öncesine göre bile, küresel ekonominin hizmetlerin serbest
dolaşımının önündeki engelleri kaldırmaya yönelik dayatmalarıyla birlikte çok
değişti. Avrupa Birliğinin mimarlık mesleğini, nitelikli mesleklerden biri
olarak değil de, bir pazar düzenlemesi gibi ele almış olması Avrupa Mimarlar
Konseyi’nin de (ACE) tavır aldığı bir durum. AB, aslında “hizmetin niteliğinin
rekabetini” esas alıyor, kaliteye önem veriyor. Ancak bu arada fiyat
rekabetinin önündeki engelleri kaldırarak piyasada çelişkili bir durum
yaratıyor. AB ülkelerindeki rekabet kurulları gibi, bizdeki Rekabet Kurulu da
meseleye böyle bakıyor. Meslek örgütlerinin asgari ücret tarifelerini “rekabete
engel” görüyor. Bizim anladığımız “haksız rekabet” Rekabet Kurulu’nun
söylediğinden çok farklı. Mimarlar Odası yıllardır fiyat kırımının haksız
rekabet yarattığını ve hizmet kalitesini düşürdüğünü, kamu kesiminin proje elde
ederken ihale yolunu seçmesinin ve denetim zaaflarının kamu yapılarında nitelik
kaybına yol açtığını söyledi. İhale yerine “yarışma” yöntemini önerdi.
Ama
artık bu rekabet meselesine, şimdi bizim de farklı bir gözle bakmamız ve
nitelik sorununa daha fazla dikkat etmemiz gerekiyor. Demek ki, kentlerimizi,
çevremizi, sokaklarımızı ve yapılarımızı daha yaşanılır ve sağlıklı görmek,
mesleğimizi saygın kılmak istiyorsak, sistem sorunlarıyla uğraşmanın yanı sıra,
nitelik – fiyat ilişkisi içindeki bir rekabet anlayışını ön plana çıkartmak ve
topluma benimsetmek için çaba göstermeliyiz. Bu aynı zamanda iyi bir mimarlık
eğitimini, sürekli mesleki gelişimi ve ödünsüz bir mesleki özeni gerektiriyor.
Ekmek kavgası ve gelecek kaygısı içinde, Oda mekânlarında bir araya gelen
meslektaşlarımız, dünyayı, ülkemizi ve mesleğimizin eğitimden uygulamaya
koşullarını tam ve doğru olarak değerlendirmek durumundalar.
Son olarak bir gazete haberine bakalım: Başbakanlık Aile ve Sosyal
Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün yapmış olduğu araştırmaya göre Türkiye
ekonomisi büyürken aynı zamanda benzeri görülmemiş bir yoksulluk ortaya çıktı. TÜİK verilerine göre gıda ve gıda
dışı yoksulluk sınırının altında yaşayanlar nüfusun yüzde 20’sini oluşturuyor.
Yani ülkemizde 14 milyon 681 bin kişi ulusal yoksulluk sınırının altında
yaşıyor.
Mimarlığın
Sosyal Forumu, bu koşullar altında, daha
da önem kazanmıyor mu?
TMMOB
Mimarlar Odası Ankara Şubesi
Yönetim
Kurulu Adına
Fatih
Söyler, Başkan