MOR ÇİÇEK
kimlere…
I
şu taşların arsından fışkıran
mor çiçek,
seni üzmeye kimsenin hakkı yok
II
konur sokakta bir öğle vakti
kaldırımlar üzerinde otomobiller
çöp tenekelerinin içinde bir adam
konuşuyor burnu sümüklü bir çocukla
nasılsa karşılaşıveren iki simitçi
çocuk ayakkabı boyuyor kıraathanenin önünde
nokra tutmuş bardaklardan içiliyor demli çay
tavla şakırtılarına karışıyor memleket meseleleri
dershaneye karşı dizilmiş delikanlılar
tozu dumana katarak geçiyor bir taksi
yaşıyormuş, diyor biri,
yaşamak gerek, öyle değil mi?
III
uçurtmalar salacağız güneşe
mektup yollayacağız ipe takıp
ve el çırpacağız umutla
ama eğer güneş
saklanmışsa bulutların ardına
ve yanıt vermiyorsa bize
ona
esintili başka günlerde
yine uçurtmalar salıp
mektup yollayacağız
ve el çırpacağız umutla
IV
kar yağardı insanların üstüne
gece soğuk
rüzgârın sesi yankılanıyor penceremde
belki de sabah
kar tanelerini yakalamış olacak camlar
üşüyor toprak
acı bir düş gibi
daha dün çiçeklenmemiş miydi mavi sular
V
bir karabasan olmalı bu
buzla kaplı yeryüzü
görünmeyen ufukta kayboluyor sonsuz ova
korkunç ağızları kraterlerin
yutuyor çığlık çığlığa insanları duyulmayan
yokluktan çıkıp gelen amansız
canavarların homurtusu altında
hayır, bir karabasan olmalı bu:
bir dudağı yerde bir dudağı gökte
takıp gelmiş zilliler
cinler ok yağdırıyor uçuşan perilere
mesih katledilmiş diyorlar yıllar önce
bu bir kıyam günü, oğulları kestiği babaların
anaların yediği evlatlarını
tanımadığı kardeşin kardeşi
bir koca kopuş
bir tek başına kalış günü bu
ama, hayır, bir karabasan olmalı bu
işte, üşüyorum
besbelli, bir kanıt yaşadığıma
tutuyor elim kolum
hareket edince kan akacak
uyuşmuş bacağıma
VI
sevdiğim
mor çiçeğim
neredesin
ne yaparsın, ne edersin
doğru mu işittiklerim
ne yaptılar sana, bir işmar ver
biliyorum
ne sesini duymam ne de dokunmam mümkün değil
anlarım ben, kapa yaprağını, değiştir kokunu
ama sakın
bükme boynunu
bak
ölüler yürüyor kaldırımlarda
tıkalı kulakları, örtülü gözleri
gölgelerinden korkarak
uçuşuyor ayak izleri
daha bu sabah
bir yıldız kaydı penceremden
yüreğim sıkışıyor
inan
ıssızlığın içinden
diyorsun ki bana, ağlama
güzel şeylerden söz et
söz ederim dilimden
anlarım ben, bir işmar ver
değiştir kokunu
ama sakın
bükme boynunu
VII
yapma!
kendine ihanetini
kendi elinle kurma
ölmüyor
herkes aynı anda
bilmiyor musun
çelenk değil
sana uzatılan her demet papatya
rüzgâr şişirmiyor
her açılan yelkeni
ne de yelken var
her rüzgârda
bu şiir bir yere varır mı bilinmez
kerameti kusuru
yazanla yazdıranda
VIII
apansız, belki de hiç beklemediğin bir anda
kalabilirsin umarsız, tek başına
yeniden kurarak ve yön vererek yaşamına
yakıp
tüm beklentilerini
iradenin cehennem ocağında
dimdik yürüyebilirsin
gururlanabilirsin zaman zaman
alt edişinle tüm zebanileri
ve sükûnetinle karşılamaktan tüm sevgileri
yüreğinin buruntularına kapılmadan
hoşça kal mor çiçek
gül basmalım hoşça kal
IX
gidişinin önünde
engelsiz açtı zakkumlar
X
duygusuzum günlerdir
ay ışığı tükenmiş
ne sancakta
ne de iskelede ışık var
uzakta kara
orada bir yerde
belirsiz
bir hayal gibi
uykuda ve sessiz
kıyıyı
içgüdüsüyle
tedirgin
ve korkuyla
izliyor tekne
kayalık karşısı, biliyorum
ıslak serenin ardında
olsa da karanlık
olsa da ay ışığı tükenmiş
kayalıklar, tam işte, orada
karanlık ve boşlukta tekne
karanlık ve boş sular
oysa ölüm bana uzak
ve korku içimdeki
yüreğimin susmasından
ay ışığı tükenmiş
ve duygusuzum günlerdir
XI
yalanmış söylediklerin
kendi çımanı düşünmüşsün hep
bir kez olsun haz duymamışsın akan rüzgârın savurmasından saçlarını
ne de yıkanmaktan tuzlu sularıyla yelkenlerin
kendi limanını düşlemişsin hey
haydi vursana, iskele sancakta
yaklaştığında, başaltında,
göreceksin: yosun kokan ilmek yatmakta
besbelli yalanmış söylediklerin
dümenini kurmuşsun kendi rotana
emrine amade harita pusula
ıslak serenin ardında
yakamozları defnenin
yakalayabilir misin boğduğun açıklarda
XII
şimdi doğmuş
ağlıyor:
yaşamakla ölmek arasında
kararlı: yalnız bundan sonra
intihar bile fayda etmeyecek
anlaşıldı: kulaklarının duyduğu, gözlerinin gördüğü
soluk almakla vermek arasında
donmuş, kaskatı, kırmızı bulutlar gibi gelecek
ağlıyor:
kalem tutar mı parmakları
okur, öğrenir mi dünyayı, yıldızları
sever mi kimsesiz, sevda söyler mi
yaşamakla ölmek arasında
çaresiz
orada olmuş, burada
rüzgârda yaprak yüreği
fayda etmeyecek beşyüz yıl uzaktan gelen koku
yapayalnız bundan sonra
XIII
solgun bir gül gibi
karşıda Ayasofya
katmerleşen bir sis etrafımda
kaybolup gider
kaybolup gider
XIV
bozkırda soluksuz
geceyi
dinliyor
ayığında
yüzyıl uzaktaki çıngıraklara
ağlamaya kuruyor kendini
bir iğneli beşikte
yatırmaya yüreğini
XV
günlük mü tutmalıyım ne
bir acı hüzün içimdeki
nereye gitmeli
nerede kalmalı
bu gece
ne denli suskun! Sorgusu, besbelli,
yanıtsız kalmaya mahkûm
yanıtsız kalacak apaçık:
üşümek yüreğimim kaderi
bu sıkıntı cebren girdi beynime
sarsak kollarım, tedirgin bacaklarım
iğreti oturduğum iskemlede
kim benim dostlarım
içten mi kal dedikleri
istekle mi seriliyor yer yatağım
helâl mi yediğim ekmek
kim kalkacak önce
kapıyı ben mi açmalıyım
çayı ben demlesem… ne çıkar,
işte, orada, yapayalnız
böyle düşünmeyi ben mi zorladım
neler oluyor bana
ne yapacağım
ne edeceğim
bu gece nereye gideceğim
XVI
isyanımın çıkmazları derinden
olamıyor, bir şey gelmez elimden
şu işe bak, yalnızlık koptu yüreğimden
ne denizin kokusu ne de göğün mavisi
uzatmıyor, kahretmesin elini
kavuşamamakmış yaşamamın bedeli
XVII
anlaşılmaz bir adam oldum sonunda
bunca okumanın sonu, diyor annem
elimiz ayağımız kırılsaydı da, diyor
bir yabancıyım dünyaya
yok alıp veremediğim bir şey
geceyarısı
eskişehir garında
satılan yoğurt kadar uzak
bir gereksinim bana yaşamak
XVIII
yanımızdan geçip gidiveren bir trenin
penceresinde
bir an
tarif edilemeyecek kadar kısa bir an
elinde bir gazete, bir peynir dürümü
meraklı gözleriyle bize bakan
bir insan yüzü
gibi iz bırakıyor fikrimiz
okumuş olsa bile gazetesini
az sonra
çok uzaklarda
aynı ifadeyle gözleniriz
XIX
çıkmadı çıkamaz aklımdan
saplayan hançeri yüreğime
ışıklar içinde çoğalıp duranb
bir can olsun borcum dediğim ölüme ateş yakan
çıkmıyor çıkamıyor aklımdan
çekip çıkaran hançeri yüreğimden
ışıklar içinde yaklaşıp dıuranbBir can olsun borcum dediğim ölüme iz akıtan
XX
boşa değil onca emek diyedir
ak sürgünler, taze filiz, gonca gül
garip gönlüm nice sevgi yeşertir
bir gün gelir dağlar aşar mor sümbül
XXI
ne demeliyi yapmam gereken nedir
bir an mıdır muhabbeti gönlümün
elinin sıcaklığı müsebbibi ömrümün
söyle hâlâ zamanı geçmiş midir
XXII
nasıl da zehir ederler yaşamayı
sonunda bir avuç toprak
çağırır seni yıldızların derinliğine
başına ne işler açacağını bilemeyeceğin bir yolculuğa
çıkmayı kurarsın seçeneksizliğin kıskacında
kırık dökük, yürüyüverirsin
XXIII
burada
bu boş gecede
karman çorman ölüm
sonbaharda kırmızı, sarı
inse üstüme, aldırmam
yok burada çok uzakta gemiler
dayanamam
ya erişir, koparırım zincirleri
ya da kara buza karışırım
XXIV
beni kahrediyor
bilir misin neler neler
kestane şekeri
kırmızı çorap
mor boncuk
çoğalan, büyüyen, önüne kattığını götüren sel
dizilip gelir kır çiçekleri birer birer
yeniden doğsaydım eğer
XXV
binbir hasret binbir keder
sararmış hayalî resimler
sol yanımda gemiler
biri gelir biri gider
XXVI
en güzel sesleri işittim yelkenliden
uçup giderken
deniz üzerinde sınırsız
su şıkırtıları
ve ip gıcırtıları
yarattılar yüreğimi yeni baştan:
eriştim yıldızlara
o
sanki
uzanıp da tutamadığım
XXVII
bugün yüce bir gün
el salladık güneşe
ve o bize
evrenden toplatılmış
bir demet kır çiçeği gönderdi
çiçeklerle konuştuk bir bir
mutlu ülkelerinden söz ettiler hepsi
bizler de mutlu olacağız, dedik
yüce bir gün, bugün
XXVIII
yakıcı ışınları güneşin
olmazsa neye yarar yaşamak?
XXIX
unutma!
hani üçadalardan
çıralıya
çırpıntının içine
koyvermiş kendini
kırık dökük
yelkeni yırtık
kimbilir kim kime kimi