2008, Ferman da Bizim Olacak!

24-25 Ekim 2008 TMMOB Mimarlar Odası Danışma Kurulu’na (Mersin) Gönderilen Yazı

Mimarlar Odası’nın Geleceği ve Misyonu’na Genişletilmiş Yazım:
Ferman da Bizim Olacak!

Fatih Söyler

Odamızın 41. Dönem birinci Danışma Kurulu’na çağrılı değilim. Doğrusu, uzun zamandır, ilk kez, Odamızın bir danışma kurulu etkinliğine delege olamamanın ve katılamamanın burukluğunu yaşıyorum. Ancak, bu ruh halini bir küskünlüğe dönüştürmemek gerektiğini, onca yıldır yaşadıklarım ve deneyimlerim, sabit kalem kullanılmış bile olsa kırmızı çizgilerin su üzerine yazılmış fermanlar kadar anlamsız olduğunu öğretti. Bu nedenle, bugün özgürlüklerimize ket vuran ve her alanda ve katmanda hüküm süren egemen iradenin kimi zaman açık, ama çoğu kez satır aralarında gizlenmiş, kasti ve planlı, demokrasi ve emek karşıtı edimlerinden ne kadar muzdarip olduğumuzu bilsem de, meslek camiamızın çoğunluğunun, hala, her türlü düşünceye açık platformları savunduğuna dair inancımı ve elbet, bir gün, çoğunluğun egemenliğinde dünyanın, ülkemin ve Odamın iyiye, doğruya, güzele dönüşebileceğine olan umudu da kaybetmemem gerektiği biliyorum.

Yine bu nedenle, Mersin Danışma Kurulu’na, bir zamanlar yemyeşil olan yaprakların  sararıp solduğu, dökülen yaprakların hiçbir canlının ölümsüz olamayacağını ve şu fani dünyada birbirimizi, anlamaya çalışmak yerine, yemenin ne kadar anlamsız olduğunu anımsattığı şu hüzünlü sonbahar ayında, katkısı olur ümidiyle, konusuna uygun bir çift sözüm olduğunu bildirmek istedim. Bunu yaparken, Ankara Şubesi’nin son bültenlerinden birine “örgütlenme üzerine” yazdığım “Mimarlar Odası’nın Geleceği ve Misyonu Ne Olacak?” başlıklı yazıyı esas aldım. O yazıyı, bu konuda daha önce söylediklerimle, yazdıklarımla geliştirmeye çalıştım.

Odamızın son olağan Genel Kurulunda, bazı yönetmeliklerin gözden geçirilmesi ve yeni bazı yönetmelik tasarılarının ele alınabilmesi için dönem ortasında bir “olağanüstü genel kurul” yapılmasına karar verilmişti. Genel Merkezdeki arkadaşlarımız, bu yöndeki hazırlıkların çerçevesini biraz genişletmişler, bir “Örgütlenme Komitesi” kurmuşlar. Komitenin konuyu, daha sonra gelen çeşitli önerilerle birlikte, daha da geniş kapsamlı olarak ele aldığını, hazırlıkları “Odanın yeniden yapılandırılması” şeklinde değerlendirdiğini öğrendim.

2003 yılının Mayıs ayında Bursa’da toplanan 38. Dönem II. Danışma Kuruluna, Mimarlar Odasında Örgütsel Yenilenme Programı için hazırladığım  tartışma metninde bu programın aslında bir arayış olduğunu belirtmiştim. Ve demiştim ki;

“Daha iyi koşullarda daha iyi mimarlık, onurlu bir meslek uygulaması, mesleğin toplumun kültürel hayatında hak ettiği saygın yeri kazanması" gibi hedeflere yönelik, ama hepsi de mesleki ve örgütsel sıkıntıları dile getiren…..  umutlar ve dilekler, geliştirilen öneriler, yapılan tartışmalar, yazılan yazılar, tutulan raporlar, danışma kurullarında ve genel kurullarda alınan kararlar incelendiğinde karşımıza, kategorik olarak ele alabileceğimiz, başlıca iki sorun alanı çıkıyor: 1) Mesleki sorunlarımız ve 2) Örgütsel sorunlarımız.

Mesleki sorunlarımız başlığı altında sözü geçen konular (bu konuların niteliği, önem sırası, gündeme alınıp alınmaması gerekliliği vb. hakkında yorumda bulunmaksızın), mimarın mesleki denetim ve telif hakları sorunları; mimarlık hizmetinin ihale konusu olması durumunda ortaya çıkan sorunlar; mimari proje ve fikir yarışmalarında yetersizlik, yanlışlık ve aksaklıklar; bir sorun alanı olarak tip proje uygulamaları; teknik uygulama sorumluluğunda karşılaşılan sorunlar; bir tartışma alanı olarak mimarın mesleki bağımsızlığı; aynı çerçevede bir tartışma alanı olarak tasarım özgürlüğü; kullanıcı ile doğrudan bağların kurulamaması; meslek olarak toplumdan  soyutlanma; mimarlığın bir kültürel öğe olarak gündelik yaşama nüfuz edemeyişi; daha kötüsü, giderek mimarlığın kültürel erozyonun en üst katmanında yer alması; mimarlığın ve mimarın toplumsal rolünün bilinmeyişi, daha da kötüsü, hiç önemsenmeyişi; eğitim ve meslek içi eğitimde uluslararası standartların altında kalma; uluslararası mesleki hareketlilikte haksız rekabete uğrama... vb. gibi, akla geldikçe yenilerini ekleyebileceğimiz başlıklardan oluşan uzunca bir liste tutar.

Bu sorunların aşılmasında izlenecek yol olarak ilk akla gelen, elbette, Mimarlar Odasının ‘bir şeyler’ yapmasıdır. Ancak, ülkenin siyasi, ekonomik, toplumsal konjonktürü Mimarlar Odasının ya bir şeyler yapmasına engel olmakta, ya da, Odanın yaptığı çalışmalar, ne denli haklı (doğru, iyi, yetkin, yeterli vs.) olursa olsun, yine konjonktüre uygun bir sonuçla, ‘etkin’ olamamaktadır.

Kaldı ki, Mimarlar Odasının 40 yılı aşkın kurumsal varoluşuna ve mimarlık ortamının bu süreden çok daha uzun bir geçmişe uzanan örgütsel birikim ve geleneğine karşın, ‘kurumsallaşma’ ve ‘örgütlülük’ çerçevesinde sorunları/tartışma konuları vardır.

Bu çerçevedeki konular (herhangi bir öncelik sırası gözetmeksizin ve içerik tartışmasına girmeksizin), bir tartışma alanı olarak birimlerin kurulmasında uygun ve yeterli kriterlerin olmayışı; yerel sorunların yerinde çözülebileceği bir modelin geliştirilemeyişi; örgütsel işleyişin, TMMOB düzeyinden başlayarak, hantallığı; mesleki etik kuralların yetersizliği ve tanımsızlığı; kurumsal yapının en önemli unsuru olarak meslek alanında kural koyucu olamama; kurumsal verimsizlik; yasama organı olarak genel kurulların kural koyucu olarak üretken olamayışı; bir tartışma alanı olarak TMMOB çatısı altında ayrık duruş ya da mimarlığın diğer disiplinlerden esaslı farklılığı; TMMOB’nin Odanın meslek alanına haksız el atması; üye-oda diyalogunda kopukluk; adresi kayıp üyelerin çokluğu; aidat ödemelerinde eksiklik, yetersizlik ve aksaklıklar; genel kurullara katılımda azlık; üye sayısında olağanüstü artışa ve uzmanlık alanlarındaki çeşitlenmeye karşın örgütsel/kurumsal yapının uyum gösterecek değişimi göstermemesi... vb. olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sorunların çokluğu ve bu sorunların çözümünün bulunabileceğine ilişkin giderek yaygınlaşan umutsuzluk, bazı meslektaşlarımızı çözümü Oda ve meslek çevresi dışında aramaya yöneltmiştir.

Oda dışı örgütlenme arayışlarının yanı sıra, meslek alanındaki yasal düzenlemeleri ve Oda iç hukukunu yetersiz bulan meslektaşlarımızın bir kısmının 1986 başından itibaren meslek yasası önerisini geliştirdikleri bilinmektedir. Bu çalışmalarda dile getirilen yaklaşıma göre, Mimarlık ve Mühendislik Hakkında Kanun (1938) eskimiştir. 6235 sayılı TMMOB yasası ise meslek temelinde bir örgütlenmeden çok, sendikal bir örgütlenmedir. Günün koşullarına göre mesleği (yeniden) tanımlayacak ve nasıl/ne koşullarda uygulanacağını belirleyecek, bir meslek kurumunu yapılandıran yeni bir kanun, bir meslek yasası gerekir. Bu meslektaşlarımızın bir kısmına göre Odamız TMMOB’den ayrı bir örgütlenmeye kavuşturulmalıdır.

Alternatif sayılmayacak, ama farklı denilebilecek bir başka yaklaşım, örgütsel yapımız dışında, yani TMMOB’den ayrı bir yapılanmayı amaçlamayan ancak mesleği tanımlayacak, nasıl/ne koşullarda uygulanacağını belirleyecek bir meslek düzeninin oluşturulmasını hedefleyen önermeleri dile getirmektedir.

Bir diğer yaklaşım yeni bir yasa arayışına gerek olmadığını söylemektedir ancak Oda iç hukukunda düzenlemeler yapılması gerektiğinden de geri kalmaz. Bu yaklaşıma göre, Genel Kurul yapısından başlayarak tüm Oda kurullarının yapısı, güncel gereksinimleri dikkate alarak “dönüştürülmelidir”.

Ulusal düzeyde meslek alanımızın nasıl bir düzene kavuşturulması ve bu düzene uygun nasıl bir örgütlenmemiz olması gerektiği üzerinde açılan tartışmalarda, yukarıda özetlenenlerle birlikte, çok sayıda öneriler geliştirilmiş, ayrıca her öneri üzerinde yoğunlaştıkça ayrıntılar üzerinde de tartışmalar açılmıştır.”

Gerçekten, neredeyse çeyrek asırdır bu tartışmalar sürüyor. Ama bu tartışmalar sürerken bir yandan da yalnız Mimarlar Odası’nın değil, tüm meslek kuruluşlarının  yeniden yapılandırılması kapsamındaki çalışmaların, yıllardır, merkezi idarenin gündeminde olduğunu görüyoruz. AB uyum süreciyle ya da hizmetlerin serbest dolaşımı kapsamındaki uluslararası dayatmalarla sınırlı değildir bu. Bir yandan mesleklerin yeterliliği ile ilgili yasal düzenleme, bir yandan yabancı mimar ve mühendislerin Türkiye’de ücretli ya da serbest çalışmalarının önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik düzenlemeler sürerken bir yandan da meslek odalarının özerkliğine ve demokratik işleyişlerine müdahale ederek bunları “toplumsal muhalefet odakları” olmaktan çıkartıp devletin birer “kayıt ve sicil tutma aygıtı”na dönüştürmeyi hedefleyen hazırlıklarla, yoklamalarla, girişimlerle karşılaşıyoruz.

Bu girişimlerin yakın bir zamandaki örneği TURMOB Yasası’ndaki değişiklik tasarısıdır. Bu tasarıda getirilen en önemli değişiklik, Birliğin ve bağlı odalarının seçimlerini “nisbi temsil” sistemi ile yapmalarını sağlamaktı. Cumhurbaşkanı bu yasayı veto ettiğinde birçok meslek kuruluşu yöneticisi TURMOB yönetimi ile birlikte derin bir “oh” çekti. Ancak, biliyoruz ki, veto gerekçesi “demokrasi” kaygısını değil, bu tür bir değişikliğin yalnız TURMOB’a değil, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının tümüne uygulanması ve sistemde eşitliğin sağlanması gerektiğini içeriyordu.

Yine, meslek odalarının etkinliklerine yönelik kısıtlayıcı, düzenleyici girişimlerden bazıları olarak Rekabet Kurulu’nun mimarlık ve mühendislik hizmetlerinde “asgari ücret” tarifesi uygulamasının kaldırılması isteğini, TURMOB ve Avukatlık yasalarında daha önce yapılan ve “yetkinlik” tanımlarını getiren değişiklikleri, yabancı mimar ve mühendislerin Türkiye’de çalışmalarıyla ilgili yasal düzenlemeleri sayabiliriz.

Merkezi idarenin bu yöndeki en son hazırlığını ise Devlet Denetleme Kurulunun meslek kuruluşlarını bir tür “incelemeye” almasında görüyoruz. Kurul, TMMOB’den “gizli” bir yazı ile "Birlik hakkında genel bilgiler ve tarihi gelişimi, Birliğin ve bağlı odaların son beş yıllık ayrıntılı gelir ve gider tabloları, denetim raporları, faaliyet raporları ile personel sayısı, Odalara bağlı şubelerin dağılımı ve şubeler itibariyle en son üye sayıları, Odalara bağlı her bir şubenin son iki yıllık ayrıntılı gelir ve gider bilgileri ile personel sayıları, Birlik ve oda organlarına yönelik son üç seçime ilişkin seçim tutanaklarının fotokopisi, Birlik düzeyinde mesleğin korunmasına yönelik disiplin uygulamalarına ilişkin istatistikler" istemiş. Bir ard niyet aranmaması gerekirmiş… Bu bilgilerle, merkezi idare, TMMOB’yi ve diğer bilgi istediği kuruluşları “ daha etkin” nasıl çalıştırabileceğini araştıracakmış. Eminim ki, Devlet Denetleme Kurulu, bu araştırması sonucunda, meslek odalarının hükümetler ile işbirliği halinde nasıl verimli çalışabileceklerini, bu işbirliğini sağlayacak organları nasıl seçmeleri gerektiğini belirleyecektir.

Demek ki, “yeniden yapılandırma”, yalnız “bazı yönetmelik değişiklikleri, üye sayısının artması, örgütün büyüyüp genişlemesi, ilgili mevzuatın çağın gerisinde kalması” gibi gerekçelerle Mimarlar Odası’nın gündeminde olan bir konu değil. Bir şeyi “yeniden yapılandıralım” deyince, ilgili ilgisiz herkes, “kendine göre bir yeniden yapılandırma” hayal edebilir. Merkezi idare başka, TMMOB yönetimi başka, muhalifleri başka, Mimarlar Odası Genel Merkezi başka, şubeleri başka, üyelerinin bir grubu başka, diğer grupları da bambaşka bir “meslek odası” niyetinde olabilirler.

Mimarlar Odası’nın ve TMMOB’nin yeniden yapılandırılması gerektiğine, doğrusu, ben de inanıyorum. Çağımız çok hızlı bir değişim süreci yaşatıyor bizlere. 1980 sonrasında, tüm dünyada, bu sürece girildi. Sosyal ve ekonomik yapısal dönüşümler gerçekleşti. Mesleğimizi doğrudan ilgilendiren yapı sektörü de bu değişim ve dönüşümlerden fazlası ile nasibini aldı. Bu sürece ilişkin toplumsal muhalefeti, eleştirilerimizi, karşı duruşlarımızı bilerek ve saklı tutarak, yeni duruma ilişkin yeni politikalar üretememenin sıkıntılarını yaşadığımızı da belirtmek gerekiyor.

Örneğin, gayrimenkul değerleme uzmanlığı konusu, pek tabii, gayrimenkulun ve yapı sektörünün günümüzdeki değişim sürecindeki yeri ile ilintili. Bilindiği gibi, Odamızın bakışı ile, gayrimenkul, “menkul değere” dönüşüyor/dönüştürülüyor ve bu durum yapı sektörünün neo-liberal politikalarla biçimlendirilişine tekabül ediyor. Yani odamız neo-liberal politikaların sektörümüzü devşirmesine karşı söylemler içinde. Ama bu söylemlerin içeriğinde sosyalist ideallerden geçtik, olmazsa olmaz sosyal devlet politikaları bile neredeyse tamamen terkedilmiş durumda. Oda olarak vakti zamanında;

Kent toprakları kamulaştırılmalıdır dedik... Vazgeçtik… Aklımıza bile gelmiyor. Sağlıklı, planlı kentleşme dedik... neredeyse vazgeçtik. Dilimize gelmiyor. Kiralık konut üretilmelidir dedik...miydi? Tarih oldu. Unuttuk. Barınma hakkını karşılayacak, ekonomik, sağlıklı konut istedik... İsteyen gitti.

Peki, neo-liberal politikalardan önce (yani 24 ocak 1980 kararlarından önce) bu talepler dikkate alınmış mıydı? Hayır. Kent toprakları geçmişte de günümüzdeki kadar, hatta daha vahşi bir şekilde yağmalanıyordu. Yık-yap-satçılar, politikacılar, arsa spekülatörleri ve imar bürokrasisi sacayağı halinde çalışarak yapı sektörünü kentlerin %70'ini kaçak ve neredeyse tamamını sağlıksız hale getirecek şekilde ele geçirmişlerdi.

Neo-liberal politikalarla ne oldu? Sermaye kamu kaynaklarıyla, halkı yoksullaştırarak, işsizleştirerek, birikimlere el koyarak, krizler yaratarak, borsa, bono ve döviz oyunlarıyla, kara paralarla büyüdü. Orta gelir grubu giderek eritildi. Halkın satın alma gücü yok edildi. Ülkenin toplam gelirinin % 80'i, nüfusun %20'sinin elinde toplandı. Üst gelir grubuyla yoksullar arasındaki uçurum devasa boyutlara ulaştı.

Yapı sektöründeki eski sacayağı, bu dönüşümde dağıldı. Yık-yap-satçılar sistemden koptu, eridi, bitti. Bunların yerlerini büyüyen sermayenin devasa yapı şirketleri doldurdu. Bunlar ya egemen iktidara yeni kentsel topraklar yarattırdılar, ya kentlerdeki kamu arsalarına el attılar, ya da çarpık kentleşmenin sonucu olan çöküntü alanlarına göz diktiler. Gökdelenler, uydu kentler, devasa siteler, kentsel dönüşüm-yenileme projelerine giriştiler.

Bu noktada sermaye (sigortacılar, bankerler, brokerler, piyasa uzmanları marifetleriyle) olaya el koydu. Mortgage tasarısı gündeme getirildi. Faizlerin düşük seyrettiği bir dönemde çok parlak bir fikirdi. Mortgage ne getirecekti?

1.      Gayrimenkul yatırımı, menkul kıymet haline dönüştürecek, sermayeye sürekli yenilenen (tükenmez bir havuz sistemi) kaynak oluşturacaktı.
2.      Bu süreçten yalnızca zenginler yararlanabilirdi. Ama düşük faizli uzun vadeli ödeme alım gücü yetersiz halkın hiç olmazsa sabit gelirli olanlarını da çekecekti. Böylece elde tutulan paranın ölü yatırım olmasının önüne geçilerek sermaye birikimine kazandırılacaktı.
3.      Ekonominin motoru olan yapı sektörü yan sektörleri de etkileyerek hızla büyüyecekti.
4.      Aynı zamanda ciddi bir sigorta sistemi de yaratacaktı. Yapı sektörüne güven geliştirilecekti.

Mortgage, istikrarsız ekonomi, faizlerin yükselmesi gibi nedenlerle henüz tutmadı. Kör topal banka kredi sistemiyle karışık bir havada yürüyor. Sistemin öngörülen aktörleri de bu kör topal yürüyüşte yerlerini alıyorlar. Gayrimenkul yatırım uzmanları, gayrimenkul değerleme uzmanları, SPK, bankalar, GYOlar ve.. ve... meslek odaları.

Odamız, yoksulları gözetmeyen, konut sorununa çare olmayan bu yapısal dönüşümü eleştirdi. Eleştirirken eski önermelerini unuttu. Yeni önermelerde de bulunmadı. Ama ne yaptı? Eleştirdiği sisteme gayrimenkul değerleme uzmanlığı seminerleriyle eklemlendi.

Sonuncu değil, ama bir diğer örnek SMG çabalarıdır. SMG eğer kötü niyet yoksa bilinçsizlikten, apolitiklikten kaynaklı olarak, tamamen el yordamıyla uygulanıyor şu anda. Oysa SMG, meslek odasının mimarlığa, yapılı çevreye, güç yapısına, meslek hukukuna vd. nasıl baktığının aynası olmalıdır. SMG siyasileşmelidir. Bu siyasileşme, SMG uygulamalarının yöntemine de yansımalıdır. Yani, kürsü sistemli –seminer, kurs vs. – eğitim, yerini interaktif eğitime, epik eğitime bırakmalıdır. SMG, meslek adamının kendi geleceğini tayin için AB direktifleri ve uyum yasaları, meslek hukuku, meslek politikaları, hizmetlerin serbest dolaşımı, deontolojik kodlar, yapı standartları gibi konular üzerine tartışma, görüş geliştirme ve dayanışma ortamları yaratmalıdır.

Yukarıda eksik aksak ana hatlarıyla çizdiğim tabloyu aslında enine boyuna masaya yatırmak gerekli. Sektörün dönüşümünü, bugünkü durumunu ve geleceğini sorgulamak gerekli. Bu sektörde yer alan mesleğin ve meslektaşların konumunu değerlendirmek gerekli. Dünyanın şu halinde mimarlığın, mimarların ve Mimarlar Odasının misyonuna içerik kazandırmak gerekli. Bir Ar-Ge çalışması gerekli.

Şimdi kentlerdeki, bilhassa İstanbul’daki kentsel yağmanın vebalini yalnızca "küresel sermaye ve yerli işbirlikçileri"ne yıkıp işin kolayına kaçmak varken, kent topraklarını nasıl bu hale getirdiğimizi, halkımızı “sulukule” gibi sefalet mahallelerinde ve çöküntü alanlarında yaşamaya nasıl mahkum ettiğimizi ve neo-liberal politikalara at koşturabilecekleri bir alan yarattığımızı unutmayı tercih etmişken, yerli sermayenin yükselişini görmezden gelip mimarlığın da sermaye olmadan icra olunamayacağını kulak arkası etmişken... “ne karıştırıyorsun bunları” diyebilirsiniz.

Ya da endişelerime katılabilir ve “yeniden yapılandırma” konusuna, merkezi yönetimin istediği gibi “kayıt ve sicil kurumu” olma yolunda giderek değil, “devrimci” bir bakış açısıyla yaklaşabilirsiniz. Kanımca, Danıştay’ın mesleki denetim harçlarının orantısal değil, maktu olarak alınabileceğini belirten kararına da böyle yaklaşmak ve “gelir kaybı” endişesiyle kararın etrafında dolaşmaya çalışmak yerine kararı “yeni bir bakış açısıyla yeniden yapılanma” için bir fırsat olarak değerlendirmek gerekir.

Aksi halde, ikna edici kabiliyetimizi de kaybederiz ve zaten “onlar” işlerini biliyorlar ve istediklerini yapacaklar. Örgütlenme Komitemizin çabaları da Oda içi kısır çekişmelerimiz içinde heba olup gidecek!

Peki, nasıl bir yol izlemeliyiz? Kısır çekişmelerin içine düşmeden, verimli bir “yeniden örgütlenme” çalışmasını nasıl gerçekleştireceğiz ve bunda başarılı olabilir miyiz?

1997 yılında Mesleki Denetim Uygulamasını ele aldığımız Antalya Danışma kurulunda Oda’nın ’80 öncesi ile yeni koşulları karşılaştırmış ve ana hatları ile ve özet olarak şunları söylemiştim: Arkadaşlar! Dünya değişmiştir. Eskiden küreselleşme yoktu, şimdi var. Hizmetlerin serbest dolaşımı denilen bir dert yoktu, şimdi var. Deregülasyon dedikleri şey yoktu, şimdi var. AB süreci yoktu, şimdi var. SMG yoktu, şimdi var. Koşullar değişti, yapı üretim süreci değişti. Yapı üretim sürecinde yer alan aktörler değişti ve bunların yönlendirmeleri de değişti. Sermayenin niteliği değişti. Sermayenin fiziki çevreye nasıl yansıdığı çok önemli bir şekilde değişti. Bütün bunlar, bu değişimle bizim pratiğimizi doğrudan etkileyen unsurlar… Önümüzde üç seçenek var. Ya idare-i maslahatçı olacağız, bazı sorunlara geçici merhemler sürüp idare edeceğiz; ya reform yapacağız ve ufak tefek sorunları çözecek, mesleki etik (deontoloji) ve kalite yönetimi gibi çağdaş bazı kavramlarla besleyerek çalışma tarzımızı yeniden biçimlendireceğiz ve ya da tüm bu değişimleri dikkate alarak artık bu böyle gitmez diyeceğiz ve örneğin, “acaba her metrekare büyüklük karşılığı neyse rakam olarak yazarsak bu maktu ücret olur mu?” deyip kendimizi ve hukuku aldatmaktan –üstelik eşitsizlik, haksızlık gibi yeni sorun alanları yaratmaktan- vazgeçip, mesleki denetimden başlayarak Oda’da devrim yapacağız.

Bunları söylediğimde Antalya Danışma Kuruluna katılan ve çoğu şu anda da aramızda bulunan meslektaşlarımın yine pek çoğu olmayacak şeyler söylediğimi düşündüler ve beni gülümseyerek dinlediler. Doğrusu, benzeri önermeleri daha önce de dile getirmiş bir arkadaşınızım. Bu düşüncelerimi yazılı olarak da dile getirdim ve bu yazıların bazıları süresiz yayınlarda, bazıları da Mimarlık Dergisinde yayımlandı. Bunlardan önemli gördüğüm bir tanesi, Bursa Şubemizin değerli yöneticilerinin Kirazlıyayla deklarasyonunun 20. yılı nedeniyle yaptıkları toplantının tutanaklarıdır. 23 Aralık 2006 tarihli bu toplantıdaki “forum”da, şunları belirtmişim:

“80 öncesinde bizim alışa geldiğimiz bir Oda söylemi vardı. Genel olarak ideolojik temelde biçimlenmiş, belki biraz modernist bir söylemdi; kent topraklarına dair, kentleşmeye dair, ulaşıma dair, çevreye dair… Bütün bu mesleğimizle ilgili sorunlara ilişkin hem devletin yapısı, hem küresel yapı ve bu sorunların hem biçimi, hem içeriği, hem de o biçim ve içeriği oluşturan etkenler öylesine değişti ki… Fakat Mimarlar Odasının bu söylemi yine de değişmedi, sabit kaldı. Yani yeni duruma karşı yeni söylem geliştirememek gibi, yeni politikalar geliştirememek gibi bir ideolojik yoksulluk içerisine düştü Mimarlar Odası. Ben bunu tabi Mimarlar Odası olarak söylüyorum ama aslında bu siyasi partilerin de sorunudur, meslek odalarının da genel sorunudur, STK’ların da sorunudur. Tüm toplumun sorunudur. Yeni politikalar geliştiremediğiniz zaman karşıdaki güç alıp götürüyor. Yani, zaten müdahale etme şansını kaybediyorsun çünkü onu yeterince değerlendirememişsin. Ona ilişkin politikalar geliştirememişsin. Eskiden Mimarlar Odasının politikalarıyla, beğenelim/beğenmeyelim, eksiktir/aksaktır, şuydu/buydu bir tarafa bırakalım, genel olarak şunu görüyoruz ki, aslında sıkı bir oda-toplum-oda diyalogu, toplum-mimarlar-oda diyalogu, mimarlar arasında bir diyalog ve mimarlarla oda arasında bir diyalog kurulabiliyordu. Bu söylem, bu politikalar, ne yazık ki, 12 Eylül sonrası (zaten 12 Eylül tam bir dönüşüm vakasıdır, yani bütün toplumun, sosyo-ekonomik sistemin, her şeyin dönüşümüdür o. Yani sadece bir darbeden, bir baskı rejiminden ibaret değildir... Yeni dünya düzeni ile ortaklık kurmuştur o rejim) onun, yani 12 Eylül rejiminin, söylemi karşısında değişmedi. Yeni politikalar geliştiremeyince ve o yeni bağları –dolayısıyla- kuramayınca büyük ölçüde güç kaybına uğradık biz aslında. Yatay örgütlenme, değişim vs.  dediysek de,  asıl katılımı, tabanın katılımını, üye katılımını sağlamadığımız için bugün genç arkadaşların yakındığı sorunla karşı karşıyayız. Yani oda ne yapıyor? Bilgisi yok, haberi yok… Yani inanılmaz  bir uzaklaşma var, ilgisizlik var. Şimdi o ilgisizliğin sebebini sadece üyelere yıkıp “bu üyeler ilgisiz kalıyor, kendi meslek odasına sahip çıkmıyor” diye onları suçlamak gibi bir lüks içerisinde olamayız. Bir arkadaşımız yoksulluk dedi. Yoksulluk meselesi karşısında meslek odası olarak, bir mimarın yoksullukla mücadele konusunda ne düşündüğünü ortaya koyabilmesini sağlamamız halinde ancak toplumla ilişkisini kurabilirsin o mesleğin. Aynı şekilde mimar da zaten o yoksulluktan payını alıyor…. Siz ona cevap aramaya başladığınız zaman o bağı kurabilirsiniz ancak. Şimdi bence bizim en büyük eksikliğimiz budur. Yani sadece Mimarlar Odası bağlamında değil, diğer meslek odaları için de, acaba biz nereye gidiyoruz? Gerçekten biz nereye gidiyoruz? Bu sorunun cevabını “bizim” bulmamız lazım. “Giderek bürokratlaşma, bürokrasiye gömülme, bürokratik bir oda haline dönüşme, bürokratik bir kurum haline dönüşme” tehlikesinin ötesinde, bizde öyle bir eksiklik var ki, bu bürokratikleşmeyi dayatan şey belki de asıl bu eksikliktir. Bürokratik Odayı teşvik eden şey ya da bir tehlike olarak önümüze koyan şey belki de bu eksiklik, politika eksikliğidir.”

Elbette böyle bir çalışmanın olmazsa olmaz koşulu Oda içi demokrasinin eksiksiz olarak uygulanmasıdır.  Aynı fikirde olmayabiliriz, tezlerimiz çelişebilir, hatta birbirimize kızabiliriz, ama bu birlikte iş yapmamıza engel değildir. Mimarlar Odası’nı zenginleştiren, mesleğimizin sorunları ve mesleğimizle ilgili ülke sorunları karşısında dayanışma ruhunun geliştiği demokratik platformlarda farklılıkların kaynaşması ve doğruyu arama çabalarıdır. Birbirimize güvenmek ve dayanışma ruhunu geliştirmek zorundayız.

Kurullarımız, içinde bulunduğumuz bu koşullar altında, örgütsel yenilenme anlamında, Odamızı sonu gelmeyecek çekişmelerin içine çekecek, zaten kısıtlı kaynaklarımızı ve olanaklarımızı yaşanan süreçten, mesleğimizle ilgili güncel ve çok hızlı gelişmelerden koparacak kısır tartışmalara yol açabilecek önermelerde bulunmaktan uzak durmalıdır. Hele, üzerinde görüş birliği oluşturacağımız şüpheli olan, tersine, tartışmalarımıza ışık tutabilecek görüş ve önerilerin önünü tıkama olasılığı bulunan formülleri örgüte dayatmaktan özellikle kaçınmalıdır.

Tercih edilmesi gereken, sorunlarımızın çözümünde böyle sihirli formüller olabilecekmiş gibi davranmak yerine, sorun alanlarının ve bu alanlarda somut olarak tanımlanabilen sorunların saptanması, içinde bulunulan koşullara, somut verilere, kurumsal olanaklara uygunluğunda hepimizin anlaştığı uzun soluklu ama dinamik, üretken, bugünden başlayarak sonuç alıcı ve “mümkünse devrimci” bir programın “örgütsel mutabakatla” yürürlüğe konulması olmalıdır. Danışma Kurulunun böyle bir programın nasıl örgütlenebileceği, neleri içermesi gerektiği, amacının ve kapsamının ne olması gerektiği... vb. üzerinde fikir üretmesi ve Merkez Yönetim Kurulu’na Olağanüstü Genel Kurul öncesi bir yol haritası vermesi beklenmelidir.

Bugüne kadar söylediklerimin ve yazdıklarımın bir kısmını “örgütsel yenilenme” kapsamında kalmaya dikkat ederek, Danışma Kurulu’nun değerli katılımcılarına bir bütünlük içinde tekrar sunmaya çalıştım. Umarım yararı olur.


Ve umarım yarın, bir gün, hınzır kedinin bir reklam mizanseninde söylediği gibi “…amca söylediklerimi “miyav” anladı…” demem.