2013, Cetvel Üzerine


Erken ölümleri severim istifa eden memurları bir gösteriden
arta kalan kırık dökük pankartları sloganları
fırtına öncesini severim dağın doruklarına
en yakın yamaçları ve birden başlayan yaz sağanaklarını
zencileri orospuları havarileri ilk kez bir tavuk
çalarken yakalanan köy hırsızlarını
cezaevlerinin tahliye sabahlarını ve okulların
paydos saatleriyle başlayan
özgürlüğü çılgınlığı düşleri aşkı
Ölçülmeyen tüm şeyleri
herhangi bir cetvelle


Onat Kutlar

Hayretler içindeyim.

Mimarlar Odası Ankara Şubesi üyelerinin “cetvel” tartışmasına katkısı bulunur düşüncesiyle, bu konuda internet ortamında açılan sayfalardan birine şunları yazdım: Meslekte 30 yıl ve benzeri etkinlikler, Oda tarihinden daha eski bir geleneğe sahiptir. Türk Yüksek Mimarlar Cemiyeti zamanından başlayarak adı bugünkü Mimarlar Derneği 1927 oluncaya kadar geçen yıllar boyunca Mimarlar Derneği tarafından düzenlenen geleneksel balolarda ve yalnızca meslekte 30 yılını dolduran üyelere verilen bir plaket vardı. Bu plaket her dönemde farklı bir tasarıma sahip olmuştu. Ta ki, sonraları bu görevi üstlenen Mimarlar Odası, 80'li yıllarda tüm Türkiye’de aynı tasarıma sahip bir plaket vermeye başlayana kadar. Ancak, 86 yılından sonraki yönetimler, her Şubenin kendi tasarımı olan plaketi vermesinde bir sakınca görmediler. Halen, her yıl, meslekte 30, 40, 50, 60 yılını dolduran 1000 den fazla sayıda Oda üyesi, neredeyse tüm Şubelerimizde ve hatta temsilciliklerde, her biri birbirinden farklı tasarlanmış plaketler almaktalar.

Bu bilgiyi verirken, tartışmaya bir katkısı olur umudundaydım. Ama anlaşılıyor ki, bu umudum boşa çıkmış. “Cetvel yanlısı olanlar” ve “cetveli savunmayan hainler” olarak kutuplaşma gibi gerçeküstü filmlere yaraşır bir gündelik yaşam fantezisi yaşamaya adeta zorlanıyoruz.

Zıtlaşmanın endazesi de kaçmış. Kendisiyle çelişen, başka düşünceleri aşağılayan, diğer önerileri küçümseyen yazılar etrafta uçuşuyor.

Endaze demişken, arşın ve endazenin yerini erken cumhuriyetin toplum mühendisliğinin bir hamlesi olarak metre aldı. Metre bir ölçüm birimidir. Bugün kullandığımız en kısa boylu uzunluk ölçüm aleti de metrik cetveldir. Bizim “kutsal” cetvel 50 cm. uzunluğundadır ve arşın olarak adlandırılması yanlıştır. Çünkü zaten, arşın yaklaşık 68, endaze yaklaşık 65 cm uzunluğundadır. Çok açık ki, ölçüm aleti olarak da cetvel, arşın değildir. Ama arşın yalnızca bir ölçü birimi değildir, arşın da, endaze de, aynı zamanda birer ölçüm aleti, dolayısı ile ölçü birimi metrik olmayan birer cetveldirler.

Doğrusu, kendi adıma söylemeliyim ki, “cetvel” yaratıcı bir tasarım, deontolojik duyarlığı artırıcı bir nesne, 2004 yılında meslekte 30 yıl plaketi olarak aldığım değerli bir anı-obje olmasına karşın çok da işlevsel bulmadığım bir felsefi “şey”di. Masamın üzerinde deri kılıfından zar zor çıkarabildiğimde hangi yanına yatıracağıma karar veremediğim için, bir plaket olarak duvara asamadığım için, yatay veya dikey olarak kitaplığıma yerleştiremediğim için… ve 2014 yılında –eğer o günleri görürsem- aynısından iki taneyi ne yapacağımı bilemediğim için. Bir de, yarışma ile elde edilmesinin bende uyandırdığı hoş olmayan anılar vardı. Hem işlevsel olmayacak, ama hem de birinci seçilecek bir projenin yarışma süreci geliyordu aklıma. Bir Seçici Kurul üyesi bana gelip sormuştu: “uygulanamaz ama çok parlak, çok yaratıcı bir proje var, ne yapmalıyız?” Böyle durumlarda seçici kurulun özel ödül verebileceğini söylemiştim kendisine. Ama Kurul, uygulanamayacağını düşündüğü projeyi önce elenenlerin arasına koymuşken, son değerlendirmesinde özel ödül vermenin de ötesine geçip, birinci yaptı. Sonrasında yaşananları artık anlatmayayım. İşlevsel olmayan “şey”lere karşı, o günden beri, daha dikkatle yaklaşmaya çalışır oldum. Ama yine de, “cetvel-plaket”imi çok sevdim ve onu çalışma odamın görünür bir köşesinde –deri kılıfının içinde- hep koruyup sakladım.

Elbette, bu koruyup saklama, ona “kutsal haç” muamelesi çekmemi gerektirmedi hiçbir zaman. Kutsal haç bayramında ilk ilahi şöyle der: “Kurtarıcımız Mesih İsa'nın Haç'ı ile övünelim, çünkü bu Haç'tan,’kurtuluş, hayat ve dirilişimiz’ gelir. Onun sayesinde kurtulup selamete kavuştuk!”

Sayısal iletişim ortamında benim güzel cetvelime “kutsal haç” muamelesi çekildiğini görmek, beni ürküttü, ne yalan söyleyeyim! Cetvel öylesine kutsandı ki, koskoca Başbakanın “biz de kurul kararlarını uygulamıyoruz, hadi bakalım…” diyerek anıtlar kurulu, belediye, savcılık sacayağının gazabına uğrayıp hapislere düşen cümle vatandaşın yüreğine su serptiği bir ülkede sığınacak cetvelden başka bir liman, savunulacak başka bir konu kalmamış gibi!

68 kuşağı, cetvelle dalga geçerdi. Hayata bütün değişkenleri ile, renkleri ile, devinimleri ile bakamayanlara “cetvel gibi dümdüz” anlamında “straight-düz” derlerdi. Batıda “straight”, katı kuralları olan, tutucu, anlayışsız insanları tanımlayan, cinsellikle bağlantılı olarak ta heteroseksüellere verilen bir sıfat haline gelmişti. Bizde, hayata dümdüz (çoğu zaman dünyayı at gözlüğünden görürmüş gibi) bakanlara “t cetvelini” akla getirdikleri için “müstehzi” bir ifadeyle bakılırdı. Şimdiki kuşaklara sorsanız, t cetvelinin ne olduğunu da bilmeyebilirler. O yıllarda bilgisayar destekli tasarım olmadığından, tüm mimarlar gibi, mimarlık öğrencileri de“t cetveli”  kullanırdı elbette. ODTÜ Mimarlığın 68 kuşağının bu topraklardaki rolünü gösteren bir nesneydi anlaşılacağı gibi!

Zaman değişti. 68 kuşağının yakıştırmaları mazide kaldı, unutuldu.  Ama yalnızca bilgisayarın sunduğu olanaklar nedeniyle değil, aynı zamanda post modern arayışların biçime verdikleri öncelikler nedeniyle de, “t cetveli” “tu kaka” yapıldı. Mimarlık müzelerinde “işkence aleti” gibi sergilenmeye değer bulunmamışsa eğer, ışıksız, rutubetli depolarda küflenmeye bırakıldı. Yalnız t cetveli değil, neredeyse cetvel bile bir kenara atılacak duruma geldi. Elektronik mesafe ölçerler, şerit metrelerin yerini çoktan aldı bile.

Sonuç olarak, cetvel ve cetvelin akla getirebileceği türden tutum ve anlayışlar, sebebi ideolojik olsun, teknik olsun, giderek itibar kaybetti.

Dilerdim ki, internet ortamında haddimi aşıp –gereksiz işgüzarlık yapıp-  yazdığım bu bilgiyi alan tartışmacı dostlar, işi zıtlaşmaya götürmeden, konu ile ilgisi olmayan yerlere çekmeden, kırıp dökmeden, biraz olsun esnek davranıp, anlayışla yaklaşıp, niyet okumaktan vazgeçip yapıcı olsunlar.

Ama niye olamıyorlar? İşte hayret ettiğim bu.

Fatih Söyler