Mimarlar Odası ve
Meslek Ortamında Değişim
Fatih Söyler
(Mayıs 2004, Bursa, Yapı Yaşam
Kongresi için sunulan bildiri)
Dünya 70’li yılların sonlarına doğru bir değişim sürecine girdi. Serbest
pazar ekonomisinin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını hedefleyen sermaye, aynı
anda atağa kalkan ve gündelik hayata damgasını vuran teknolojiden de
yararlanarak bu hedefine doğru hızla yol aldı. O kadar hızlı ki, son 20 yıl
içinde bütün toplumsal ilişkiler, toplum içinde bireyin konumu, toplumun değer
yargıları başkalaştı. Onlarca yıllık, hatta asırlık köklü kurumlar, kuruluşlar
yıkıldı. Devletin yapısı esastan değişime uğradı. Devlet, belki de, bu
değişimle birlikte halka gerçek yüzünü gösterme ve asırlardır süren sahtekar
tutumundan kurtulmanın fırsatını yakaladı: Sermayenin topluma şirin görünme
gereksiniminin kalktığı bir çağda, “toplumcu” zincirlerini kırdı. Postmodern
toplumun postmodern devletini yaratmak üzere kolları sıvadı. Anayasaları da
içerecek şekilde tüm yasaları serbest pazar ekonomisinin kurallarına göre yeniden
yazmaya koyuldu. Hayatın her alanının, bu yeni dünya düzeni ideolojisince
yeniden yapılandırıldığını görmeye başladık.
Mimarlık da bu değişimden etkilendi. Değişimden kaynaklanan kriz, işsizlik
ve yaşam standartlarındaki hızlı düşüşle birlikte meslek alanında yeni
düzenlemelere girişildi: Hizmetlerin serbest dolaşımındaki engellerin
kaldırılması, meslek standartlarının yeniden düzenlenmesi, mesleğin
uygulanmasında yeni kuralların yavaş yavaş yürürlüğe girmesi, yeni etik
kuralların getirilmesi ile meslek alanımızda köklü değişiklikler başladı. Hizmetlerin
Ticareti Genel Anlaşması (GATS) ve Avrupa Birliği uyum süreci çalışmaları hem
ulusal meslek örgütlerini hem de bu örgütlerin uluslararası birliklerini
harekete geçirdi. GATS hükümleri 2005’ten itibaren yürürlüğe giriyor. AB,
mesleki yeterlilikleri yeniden düzenleyen ve 400 mesleği kapsayan direktif
metnini, yine 2005’e kadar yasalaştırmak niyetinde…
Şimdi, yaşadığımız bu küresel sürece, mimarlığın penceresinden, biraz daha
yakından bakalım: 1986 ile 1994 yılları arasında sürdürülen bir dizi
uluslararası zirve (Uruguay Round) sonucunda, 1995 yılı başında, Dünya Ticaret
Örgütü (WTO) serbest pazar ekonomisinin gereksinim duyduğu uluslararası tüm
düzenlemeleri gerçekleştirmek üzere kuruldu. Örgütün çalışmaları hızla sonuç
verdi ve çok kısa bir süre içinde 60 kadar uluslararası ekonomik anlaşma
imzalandı. GATS, bu anlaşmalardan biridir. 1995 yılında imzalanan GATS ile
birlikte anlaşmaya katılan ülkeler, Dünya Ticaret Örgütüne kendi koşullarını da
gözeterek bazı sözler verdiler. Hizmetlerin olabildiğince serbest dolaşımını
amaçlayan bu anlaşmanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, anlaşmaya imza koyan
ülkelerin, belirli hizmetin yabancı ülke vatandaşlarınca o ülkelerde
uygulanmasına ilişkin engelleri (örneğin yabancı ülkede çalışma için o ülkeden
izin alma koşulu) olabildiğince kaldırmaları bekleniyor. Anlaşmada imzası
bulunan ülkelerin verdikleri sözler, her ne kadar bu beklentiye yönelik olsa
da, birbirlerinden farklıdır. Bazı ülkeler, verdikleri sözlerde halen
uyguladıkları kısıtlamaların tümünü kaldırmaktan kaçınmışlardır. Bazı ülkeler
ise söz verirken “karşılıklılık” ilkesi gibi “koşullu” serbesti tanıyacaklarını
belirtmişlerdir. GATS, “verilmiş olan sözlerden geri adım atılamayacağını”
belirten bağlayıcı hükme sahiptir. Bu nedenle söz verirken dikkatli davranmanın
önemi, şimdi daha belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye, verdiği sözlerde
oldukça cömert davranmıştır. Anlaşma imzalanırken Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığının, değil ilgili
meslek odaları, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na dahi bilgi vermemiş ve
danışmamış olmasının sonuçlarından şimdi kaygı duyulmaktadır.
Aslında mimarlık hizmeti, bazı koşullara uyulmak kaydıyla, zaten ülkeler arasında
serbestçe dolaşıyordu. Uluslararası mimarlık yarışmaları dahi, bu dolaşımın
belki de en iyi örneklerini veriyorlardı. Ayrıca, mimarlık hizmetinin serbest
dolaşımıyla ilgili uluslararası sözleşmeler çok yeni de değildir. Avrupa Birliği’nin
1985 tarihli Mimarlar Direktifi bu sözleşmelerden en önemlisidir. Bu Direktif hizmet
dolaşımında engellerin kaldırılmasını sağlamak amacıyla olmasa da, serbest
dolaşan mimarlık hizmetinin standartlarını belirlemeyi hedefleyen ve mimarlık
meslek alanındaki düzenlemelere temel olmuş bir “yasa” niteliğindedir.
Nitekim, Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) 1995 yılında, Dünya Ticaret
Örgütünün isteği üzerine, GATS ve AB 1985 Mimarlar Direktifini dikkate alarak “uluslararası
meslek standartlarını” belirlemek üzere bir çalışma başlattı. 1996 yılında
Barselona’da UIA Genel Kurulu’nda tartışılan çalışmanın karara bağlanması, UIA
ulusal kesimlerinin ayrıntılı görüş ve önerilerinin alınabilmesi için
ertelendi. Bundan sonraki üç yıl içinde yapılan değişikliklerle birlikte, UIA
1999 Pekin Genel Kurulu’nda kabul edilen “Uluslararası Meslek Standartları
Mutabakat Metni”, bir tavsiye metni niteliğinde yürürlüğe girdi.
UIA, “meslek standartları uzlaşması” metni ile akreditasyon, mesleki
deneyim, mesleki bilgi ve becerinin kanıtlanması, ruhsat ve sicil işlemleri,
etik kodlar ve davranış ilkeleri, kesintisiz mesleki gelişim, mesleğin bir
başka ülkede uygulanması, fikri mülkiyet ve telif hakkı konularında bir dizi
“yeni meslek ortamını düzenleyici” standart uygulama alanına girdi.
UIA mesleki uygulama alanında ayrıca “Danışmanlık Hizmetlerinde UIA
Uluslararası Ahlak Kuralları” metnini kabul ederken, “Mimarlık Eğitimi” ve
“Yarışmalar” ile ilgili asgari koşul, kural ve sistem önerilerini de
geliştirerek meslek ortamının kullanımına sundu.
Ancak, bütün bu çalışmalarına karşın UIA, birkaç özgün duyurusu dışında,
meslek ortamındaki değişime ilişkin politikalar oluşturmaktan çok, bu değişime
ayak uyduran düzenlemeleri, ulusal kesimlerin “azami” uzlaşmasını sağlayarak
gerçekleştirmeye çaba göstermektedir. Bunda UIA’nın, Anglosakson etkisi altında olmasının payı
büyüktür. Yeni dünya düzeninin Anglosakson yönlendirmesi ile yapılandırıldığını
düşünürsek, UIA’daki bu biraz “teslimiyetçi” kokan tarzı anlamak kolaylaşır.
Nitekim, son Genel Kurulunda (2002, Berlin), başkan adaylarından birinin Amerikan
Mimarlar Enstitüsü tarafından desteklendiği halde seçilememesi üzerine,
Amerikan Mimarlar Enstitüsü, UIA’yı seçime hile karıştığı iddiası ile suçlamış
ve UIA’dan çekilme ile tehdit etmiştir. Bu Alman aday (Andreas Gottlieb Hempel),
UIA’nın mesleki uygulama alanındaki düzenlemelerinde daha radikal tutum
izlemesi gerektiğini savunan Amerikalı, İngiliz ve Kanadalılarla görüş birliği
içinde ve yakın temastaydı. Ancak, Hempel’i, UIA Başkanlığına resmen aday
gösteren 8 ülke arasında Türkiye’nin de bulunması, özel bir durum olmakla
birlikte, ilginçtir.
Oysa, 1990 yılında kurulan Avrupa Mimarlar Konseyi (ACE), daha çok Fransız
ve Alman etkisi altındadır. ACE, belki de hala “o eski, bildiğimiz Avrupalı”
gibi davranmaktadır. Nahif bir duruşla, hala, mimarlık hizmetinin bir ticari
mal muamelesi görmesine karşı çıkmakta, çeşitli ülkelerde apansız ortaya çıkan
“rekabet kurulları” muamması ile baş etmeye çalışan meslek kuruluşlarına
yardımcı olmakta, ulusal meslek kuruluşlarının kayıt yapma ve sicil tutma
haklarını savunmakta, yerel kültürlere önem vermektedir.
UIA da yerel kültürlere önem verdiğini belirtmekte, ulusal meslek
kuruluşların kayıt tutmalarını ve bir yabancı mimarın iş yaptığı ülkede, o
ülkedeki meslektaşları ile birlikte çalışması gerektiğini savunmaktadır. Ama bu
tutum, bazı ulusal kesimlerin baskısı ve itirazları ile, biraz kerhen,
oluşmuştur. ACE ise, merkezi bir politika olarak “mimarlık hizmetinin kentsel,
çevresel, kültürel boyutu” üzerinde ısrarla durmaktadır. ACE’nin “Beyaz Kitabı”nda,
üzerinde en fazla durulan kavramlardan biri, “kültür”dür. Mimarlık hizmetinin metalaşması,
mimarlığın “kültür” boyutunun üzerindeki en büyük tehdittir.
ACE’yi bu denli hassaslaşmakta haklı görebiliriz. Çünkü, Avrupa Birliği’nin
2005’ten önce yürürlüğe sokmayı planladığı ve mimarlık mesleğini yakından
ilgilendiren iki çok önemli Direktif vardır.
Bunlardan biri “Mesleki Yeterliliklerin Düzenlenmesi ve Tanınması”
Direktifidir. Bu Direktif AB sınırları içinde hizmetlerin serbest dolaşımının
sonuçlarını kamu yararına garantiye almak kaygısıyla, mimarlık dahil, yaklaşık
400 meslek alanında eğitim ve uygulama standardı getirmekte, mesleki yeterlilik
ve tanınma koşullarını belirlemektedir. Bu Direktifin yürürlüğe girmesiyle
birlikte, 1985 Mimarlar Direktifi yürürlükten kalkacaktır. Türkiye’de AB Genel
Sekreterliğince bu Direktife paralel olarak ulusal yasa tasarısı çalışması
başlatılmıştır. Mesleki Yeterliliklerin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı
ile mimarlık eğitimi, eğitim kurumlarının akreditasyonu, mesleki yeterliliğin
kazanılması, kayıt ve tescil koşulları ve mesleği uygulama esasları hakkında
kurallar ve asgari nitelikler belirlenmektedir. AB Genel Sekreterliğinin bu
çalışmalarına, düzenli olarak, Mimarlar Odası da katılmaktadır
Meslek alanını doğrudan etkileyecek diğer direktif ise, “pazarda rekabet koşulları”nı
düzenlemeyi amaçlayan Direktiftir. Yukarıda da değindiğim gibi “rekabet
kurulları”, son yıllarda birçok ulusal meslek kuruluşunun başına dert
açmışlardır. Mesleki uygulamada asgari ücret uygulaması ya da asgari ücrete
benzer herhangi bir uygulamanın (örneğin İngiliz Kraliyet Mimarlar Enstitüsü
RIBA’nın Mimarlık Hizmetlerinde Takribi Fiyat Çizelgesi) İngiliz Rekabet Kurulu
tarafından kaldırılmak istenmektedir. Kurul, RIBA’ya, gerekirse Takribi Fiyat
Çizelgesine dayanak olan yasanın “kaldırılabileceğini” ifade etmiştir. Bu
tehdit oldukça ciddidir ve ACE, birçok Avrupa ülkesinde karşılaşılan “Rekabet
Kurulu” sorununun giderek büyümesi karşısında endişelidir. Çünkü, birçok
ülkede, AB sözleşmeleri, Anayasal olarak ulusal yasaların üzerindedir. Bu yönde
bir düzenleme, son Anayasa değişikliği paketi ile Türkiye’de de
gerçekleştirilmiştir. Bu durumda, TMMOB’nin de diken üstünde olması son derece
doğaldır. Çünkü, bilindiği gibi, Türkiye’deki Rekabet Kurulu da, TMMOB’nin
asgari ücret uygulaması getiren yönetmeliğini iptal emiş, ancak Danıştay
yürütmeyi durdurma kararı almıştır. TMMOB’nin açtığı dava sürmektedir. Ama Avrupa
yakasındaki bu gelişmelerden, süren bu davanın etkilenmesi kaçınılmaz gibi görülmektedir.
Kaldı ki, AB’nin pazarda rekabet koşullarını düzenleyen direktifi taslağında
da, “serbest hizmetler” kapsam içindedir ve mimarlık hizmeti için hiçbir
ayrıcalık yoktur!
Elbette, Türkiye’de mimarlığın sorunu, yalnızca “Rekabet Kurulu” değildir.
Bugün mimarlık meslek alanını doğrudan ilgilendiren ve yapı denetimi, imar,
kentleşme, yerel yönetimler, kamu yönetimi gibi çok sayıda yasal düzenleme
gündemdedir. Mimarlar Odası’nın tüm bu düzenlemelere, ilgili diğer meslek
kuruluşları ve TMMOB ile işbirliği halinde gecikmeden tepki verdiğini
biliyoruz. Bu tepkinin, bu yasal düzenlemeleri dayatan “yeni dünya düzeni”
anlayışına getirilen eleştiriye karşın, yapıcı önerilerle zenginleştirilmeye
çalışıldığı da görülmektedir. Hemen her yasa tasarısı hakkında Mimarlar
Odası’nın görüş ve önerileri geliştirilmekte ve ilgililere, kamuoyuna
iletilmektedir.
Ama Mimarlar Odası bunu zaten yapmak zorundadır. Mimarlar Odası’nın bu
önerileri geliştirmekle görevini yaptığını belki söyleyebiliriz. Oysa Mimarlar
Odası bu görevi yapmanın ötesine geçmeli, tüm süreci ele alıp kavrayacak,
değerlendirecek, yorumlayacak ve politikalar
geliştirecek bir süreci yaşama geçirebilmelidir. Çoğu tavsiye olsa da, UIA kararı haline gelmiş uluslararası
belgelerin içerik tartışmalarında Mimarlar Odası daha aktif rol almalıdır.
Mimarlar Odası’nın UIA’nın mesleki politikalar geliştirmesi için çaba
göstermesi de gereklidir. Aynı şekilde, her ne kadar ACE içinde gözlemci
statüsünde olsa da, Oda, ACE’yi görüş ve önerileriyle yönlendirecek potansiyele
sahiptir. Yurt içinde de, Mimarlar Odası, “ulusal mimarlık politikasının”
oluşturulması için önderlik yapmalıdır.
Mimarlar Odası, sürecin önüne geçmek, meslek alanımızdaki uluslararası ve
ulusal tüm düzenlemeleri bir bütünsellik içinde ele almak ve politikalar
geliştirmek üzere, bir “masa” kurmaya karar vermiştir. Ancak, bu kararın
üzerinden bir yıldan fazla zaman geçtiği halde bu kararın gereğinin yapılamamış
olması, önemli bir eksikliktir. Gelişme kaydetmeden geçirdiğimiz her günün
meslek alanımız için kayıp olduğunu biliyoruz.
Yapılarımızın ve yapılı çevrelerimizin ne kadar niteliksiz olduğunu görmek
için 1999 yılında yaşadığımız depremlere, ya da Zümrüt Apartmanı faciasına
bakmamıza gerek yok. İçinde yaşadığımız kentler, sokaklar, binalar zaten bunu
söylüyor. Bu nedenle, yapılı çevremizin oluşumunda rol alan mesleklerin, zaten
kendilerini gözden geçirmek gibi bir zorunlulukları bulunmaktadır. Çünkü herkes
görmüştür ki, bu böyle gidemez, gitmemelidir. İlgili meslek odaları, en başta
da Mimarlar Odası, bu gözden geçirmeye öncülük etmelidirler. Yapı ve meslek
standartlarımızın yükseltilmesi için çalışma yapılmasında daha fazla
gecikilmemesi gerektiğini biliyoruz. Meslek içi eğitimde ve mesleği uygulamada etkin
rol üstlenmek üzere kurumsallaşmış bir Mimarlar Odası’nı en kısa sürede
gerçekleştirmeliyiz. Binlerce yıllık yerleşim tarihi olan ülkemizde meslek
ortamımızın bu hedeflerde başarılı olmak için yeterli birikimi vardır.
2004 yılı, Mimarlar Odası’nın 50. kuruluş yılıdır. Oda bu yılı çeşitlik etkinlilerle
kutlama hazırlığındadır. 2005’te ise, çok büyük bir uluslararası organizasyona,
UIA’nın 22. Kongre ve Genel Kurulu’na, İstanbul’da ev sahipliği yapılacaktır. Bu
etkinlikler, özellikle UIA 2005 Kongresi, yıllardır kötü politikacıların,
paragöz müteahhitlerin ve spekülatörlerin sacayağına takılarak toplumun gündeminden
uzaklaştırılan mimarlığın, toplumla yeniden buluşması için çok önemli
fırsatlardır. Mimarlık ortamımız, bu fırsatları iyi değerlendirmelidir.