2006, Zümrüt Apartmanı Faciası Üzerine


Konya’da bir apartman bir anda ve çok sayıda insanımızın ölümüne neden olarak niye göçtü? İmarlı bölgede, Konya’nın merkezi bir semtinde yasalara uygun olarak yapılan ve iskân edilen bir bina nasıl apansız yıkıldı? İlk incelemeler sonucunda göçme nedenleri arasında “proje hatası” olmadığı söyleniyor. Yine ilk incelemeler göçmeye başlıca üç nedenin ayrı ayrı ya da birlikte neden olabileceğini gösteriyor: Kötü işçilik, özensiz imalat, uygun olmayan şekilde ve niteliksiz malzeme kullanılması bunlardan biri. İkinci olarak, özellikle zemin ve bodrum katlarda, mekân genişletmek vb. amacıyla yapının taşıyıcı sistemine olumsuz etkisi olabilecek müdahalelerden, yani, kolonların ve kirişlerin kırılmış, kesilmiş, delinmiş olabileceğinden söz ediliyor. Son olarak binanın su ihtiyacının bina altında açılan bir artezyen kuyu açılarak sağlanması sonucunda bina temellerinin oturduğu zemin yapısında bozulmaların olabileceği üzerinde duruluyor. Tekniğe ve kurallara uygun olarak yapılmış bir yapı, kendiliğinden yıkılmayacağına göre, bunlar ya da teknik kurallara uyulmadığını gösteren başka nedenler, yapılacak incelemeler sonucunda mutlaka bulunacaktır. Ama sonuçta, nedeni ne olursa olsun, içinde yaşanılan bir yapının göçmesi ve can kayıplarına, ocakların sönmesine yol açması, binlerce yıllık yapı bilgisi birikimi, gittikçe yükselen malzeme kalitesi ve yapı teknolojisinin bugün ulaştığı yüksek düzey düşünülürse, hiçbir şekilde kabul edilemez.

Ülkemizde yapı işlerinin %60’ının, bazı hallerde daha fazlasının yasalara tamamen aykırı olarak kaçak ve kuralsız gerçekleştiği bilinmektedir. Ne var ki, yasalara uygun olsa da güvenli yapılaşmanın ne yazık ki gerçekleşemediğini, hem sıklıkla yaşadığımız depremler, hem de bu son Zümrüt Apartmanı faciasında olduğu gibi örnek olaylar göstermektedir. Yapılarımız sağlam, depreme dayanıklı olsalar bile, pek çoğunun sağlıklı oldukları, yaşama heyecanı ve mutluluk veren kentsel çevrelerde yaşadığımız söylenemez. Kaçak yapılaşmanın yoğun olduğu bölgeler bir yana, imarlı bölgelerde de bu sorunlarla karşılaştığımıza göre, yapı üretimindeki bu başarısızlığımızın nedenleri ne olabilir?

Ülkemiz, son elli yıldır, büyük bir kentleşme hareketi ile baş etmeye çalışmak zorunda kalmıştır. Hızlı nüfus artışı ve kırdan kente göçle yaşanılan kentleşme hızına “planlama” çalışmaları yetişememiştir. Kaynak yetersizliği sebebi ile planlı ve altyapılı yeni yerleşim alanları oluşturulamamış, mevcut kent merkezlerinin düzenlenmesi yapılamamış, kentlere kimliklerini veren mimari eserlerin ve tarihi kent dokusunun yerel yönetimler eliyle korunması sağlanamamıştır. İkide bir çıkan imar aflarından yararlanma şansını kovalayan dar gelirliler ve göçle kente gelenler kentlerin çeperlerindeki gecekondularda yerleşirken, riske girmek istemeyen orta ve üst gelir grupları imarlı kent merkezlerinde yığılmışlardır. Ortaya çıkan boşluktan arsa spekülatörleri, oy hesabı yapan politikacılar, haksız kazanç peşindeki müteahhitler yararlanmışlar, bu çıkar üçlüsünün işbirliğiyle kentlerin çevreleri kaçak yapılaşmaya, eski kent merkezleri de kat artışlarına ve yık-yap-sata açılmıştır. Eskiden yeterli olan sokaklar, kanalizasyon ve diğer altyapı, kat artışı ile yoğunlaşan nüfusa yetmez olmuş, belediyelerin kaynakları kuralsız gelişme alanlarında oy uğruna harcanmıştır. Bugün sıkıntısını çektiğimiz altyapı yetersizliğinin ve diğer kentsel sorunların başlıca nedenlerinden biri budur.
                  
Diğer yandan, mimarlık ve mühendislik hizmetlerini teknik ressamlıkla eşdeğer sayan, yasalara ve teknik kurallara yalnızca “kağıt üzerinde uymak” dışında hiçbir denetime tabi olmayan bir yapı üretimini yeğleyen, arsa rantını ve müteahhit kârlılığını asıl amaç olarak gören bir anlayış imarlı bölgelerde dahi yaygınlaşmış, bunun sonucunda halkımızın büyük çoğunluğu niteliksiz, sağlıksız, güvensiz yapılarda yaşamaya mahkum olmuştur. Öyle ki, birçok aile, varını yoğunu vererek, krediyle, borçla edindikleri konutlarının aslında son derece niteliksiz, çoğu zaman çürük, orta şiddette bir depreme dahi dayanıklı olmayan bir yapı olduğunun farkında bile olmadan yaşamaktadır. Şurası kesin ki, ülkemizdeki yapı üretimi, genel olarak, “niteliksizdir”. İnsanlarımızın pek çoğu, özellikle konut alırken, yanıltılmakta, çok yüksek bedeller karşılığında kötü, hatta bazen çürük mal almaktadırlar.

Oysa değil yıkıntıların altında can vermek, en nitelikli çevrelerde, yalnız sağlam ve güvenli değil, sağlıklı, gün-güneş gören, kullanışlı, yeşil alanı düşünülmüş, altyapı sorunu olmayan mekânlarda yaşamak insanlarımızın en doğal hakkıdır.

Bunu sağlamak için öncelikle kaçak yapılaşmaya engel olmalıyız. Mimarlık ve mühendislik hizmetlerinin gerçek anlamda uygulanmasını başarmalı, yapı denetiminin etkin bir şekilde uygulanmasını sağlamalıyız. Çağdaş yapı ve meslek standartlarını ülkemizde de uygulamaya koymalıyız. Yalnız müteahhitlik standartlarını değil, mimarlık ve mühendislik meslek standartlarımızı da yükseltmeli, eğitimde ve meslek içi eğitimde çağdaş düzeyleri yakalamalıyız. Bugünkü yapı denetiminde, ne yazık ki, en önemli sorun, yapı standartlarımızın eksikliğidir. Denetim kuruluşlarımız, denetime esas standartlarımız olmadığı, ya da son derecede yetersiz olduğu için, bu denetimleri gerektiği gibi yapamamaktadırlar. Belediyelerin imar yönetmelikleri, mimarlık ve mühendislik hizmetini belirli metrekare hesaplarına indirgeyen ve yalnızca “yasak” koyucu bir çerçevededir. Yapı standartları getirmekten uzaktır. Kaldı ki, denetim için gerekli olan laboratuar olanakları da çok kısıtlıdır. Bugün çelik ve beton dayanım deneylerini yapabilen laboratuar sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Deprem güvenliğinin yanı sıra, yangın güvenliği, su ve ses yalıtımı vb. için malzeme deney olanaklarının sağlanması gerekir. Bir yapının olması gereken nitelikte inşa edilebilmesi, yapı standartlarımızın yükseltilmesine, çağdaş yapı norm ve standartların uygulanabilir hale getirilmesine bağlıdır. Diğer yandan, bugün dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde, yalnız deprem güvenliği açısından değil, yapı niteliği açısından da etkili olan mesleki sorumluluk ve yapı sigorta sistemleri geliştirilmiştir. Bu sigorta sistemlerinin de devreye girmesiyle yapı denetimi zorunlu bir ciddiyet kazanacaktır.

Sonuç olarak, yapı üretimi açısından ne yazık ki, kötü bir karne notumuz var. Ama bu ümitsiz bir durum olmamalı. Tüm ilgililer el ele verip bu kötü tabloyu değiştirmek için yapılması gerekenler üzerinde anlaşabilirler. Avrupa Birliği üyesi olmak üzere yapılan çalışmaların göstermelik uyum yasaları çerçevesinde kalmaması, insanlarımızın çağdaş konutlarda, çağdaş yapılarda yaşamalarına olanak verecek yapı ve meslek standartlarının getirilmesi ve uygulanabilir kılınması ortak hedef olmalıdır

Fatih SÖYLER
Mimarlar Odası Genel Sekreteri
3 Mayıs, 2006