2018, Sıkıntı yok! Aynen Öyle...


Bundan iki yıl kadar önce Odamızın genel kurullar sürecini yaşıyorduk. O günlerde dilimize, Türkçe’ye, ne kadar az özen gösterdiğimizi, hatta bazı yazarların ve gazetecilerin bile sözcükleri kullanırken yeterince dikkatli olmadıklarını, sosyal medya jargonunun konuşma adabımızı bir anlamda ele geçirdiğini görüyor, üzüntü duyuyordum. Bu olumsuzluğu ele alan bir yazı yazmıştım ama bir türlü ortamla paylaşmak kısmet olmadı. Şöyleydi yazı:

*****

Kentsoyluların dili (bazıları ‘yaşayan dil’ diyor) tuhaf bir şekilde asri: Asrın süresi de kısaldı elbette. Belki de tuhaflık buradan kaynaklanıyor. Bugünlerde kuşaklar arası fark neredeyse tek haneli rakamlara düştü. Her kuşakta, yani aradan daha on yıl geçmeden, yaşayan dil yeni kavramlar, yeni sözcükler, yeni sokak jargonu ile başkalaşıyor.

Görüldüğü gibi anlatması zor, ama şöyle de diyebiliriz: Daha “abi ya, yok böyle şey!” ya da “oha filan oldum yani” türü nidalara alışamadan, karşımıza bir “hani…” çıktı, bütün gençler her tümcede yerli yersiz dokuz kere “hani” demeye başladılar. Hani biz “hani”ye alışamadan dillere “adına…” sözcüğü pelesenk oldu. “İstanbul’a gitmek için otobüsten yer ayırttım” denmiyor artık. “Hani… İstanbul’a gitmek adına…” deniyor.  Olmuyor elbette, hem “için” sözcüğüne haksızlık ediliyor, hem “adına” sözcüğüne zarar veriliyor. Son günlerde de “aynen öyle” moda oldu. Konuşmanın içeriğine uygun seçim yaparak “haklısın”, “doğru söylüyorsun” veya “söylediklerine katılıyorum” denmiyor, kısa yoldan “aynen öyle” deniyor.

Hasbelkader entelektüel olmuşların dili de, post-modern dünyanın hızlı değişimine ayak uyduruyor. Boğaz kıyısında bir yalıda sabah kahvesi “tadında” bir sohbette, kavramların ışık hızı ile hareketinden kafası karışmış ve sonunda insanların yaşam biçimlerine “illa ki” el koyacak düşüncelere kıyak geçen bir köşe yazarı, Orhan Veli’nin Hürriyete Doğru şiiri “kıvamında” bir söyleve girişiyor. Farkında değil ki, gittiği yolun sonunda onu karşılayacak olanlar balıklar değil. Ama eteklerine az buçuk aydınlık bulaşmış kentsoyluları ikna için son moda sözcükleri illa ki kullanıyor… Hem de lokum tadında… Hem de limonata kıvamında… En keskin ulusalcıyı bile yola getirir. Yılanı deliğinden çıkartır vallahi!

Son birkaç aydır meslek odalarının genel kurulları yapılıyor. İzleyebildiğim kadarıyla bu genel kurullardaki tartışmalarda da asrileşme belirgin bir şekilde kendini hissettiriyor. Yalnız içerikte değil, üslûpta da sıkı bir değişim var. Arkadaşlıktan, dostluktan, mesleki dayanışmadan geçtim, karşılıklı saygı kalmamış. Tartışma adabı, demokratik yarışma ahlâkı hak getire... Birileri demiş ki, “eh, etik kodlar değişti artık abi…”

Oldu… gözlerim doldu…

Çürüme böyle böyle sardı toplumu zaten. Yasalar da böyle böyle değişmeye başladı işte. Makyavelizm bu kadar abartmamıştı gerçi, bir zamanlar mubahtı, ama artık amaca ulaşmak için her yol “yasal” oldu. Toplum aklını kaybetti neredeyse.

Geçenlerde bir arkadaşım ölümden döndü. Böbreklerinden biri çürümüş meğer. Yüksek ateş ve sancıyla birlikte hastaneye kaldırılmış. Çürüyen böbreğini almışlar, kurtulmuş.

Arkadaşıma geçmiş olsun dilerken bir yandan da şöyle düşündüm: Arkadaşım şanslıymış ki, işlevini yitiren yalnızca böbreğiymiş.  Ya beyni çürümüş olsaydı? Bazı organlarımız yedekli, biri olmazsa diğeri ile idare edebiliyoruz. Bazıları da, yedekli olmasa bile, organ değişimine olanak veriyor. Oysa beyni ölmüş birinin hiç şansı yok.

Yine de, tıp bilimi, beyin ölümü gerçekleşen insanların başka hayatları kurtarabileceğini söylüyor. Tamamen boşa yaşamış sayılmazlar demek ki.

Aynen öyle. Netekim.

*****

Şu sıralarda yine Odamızın genel kurullar sürecini yaşıyoruz. İhtimal, önümüzdeki birkaç ay içinde Şubelerimizin, Oda Genel Merkezinin ve TMMOB’nin genel kurulları yapılacak. Bakalım ne kararlar alınacak, MYK nasıl oluşacak… Derler ya, perşembenin gelişi çarşambadan belli olurmuş… İki yıl önceki Merkez Genel Kurulu tüm itirazlara ve uyarılara karşın bazı vahim kararlar almıştı:

Bunlardan biri Merkez Genel Kurulu delege yapısının değiştirilmesiydi. Delege sayısı doğal delegeler hariç 800 delege ile sınırlanmakla kalmıyor, “toplam delege sayısından her şubeye 5 delege verilir. Kalan delege sayısı Büyükkent Şube ve Şube üye sayısının toplam üye sayısına bölünerek elde edilen orana göre dağıtılır. Artan oranlar büyükten küçüğe sıralanarak dağıtılmayan delegeye paylaştırılır.” deniliyordu. Bu “5 delege” tahsisi, Şubelere verilen bir çeşit “doğal delege gönderme” hakkıydı. Delege yapısındaki bu “ilginç” değişimin sonuçlarını birkaç ay içinde göreceğiz.

Bir diğer vahim karar seçimli 2 genel kurul arasında yapılan “mali ve idari genel kurul”un kaldırılması idi. Oda genel kurulları 12 Eylül kalıntısı bir yasa maddesi yüzünden, her yıl değil, iki yılda bir toplanmakta ve gündemdeki konulara ek olarak bütçesini ve idari konuları tartışıp karara bağlamaktadır. Ama Oda bütçesi bir yıllık düzenlenir. İdari konularda alınan kararlar da o yıl için geçerlidir. Bir yürütme döneminin ikinci yılında aidat, belge ücretleri, harçlar gibi gelir kalemleri ile tüm gider kalemleri hakkında Merkez Yönetim Kurulu karar verir. Ki bu merkezi hükümetin KHK yazması gibi bir şeydir. Yani bir yürütme döneminin ikinci yılında, Odamız demokratik olarak yönetildiği için ve zaten MYK içinde muhalefet de olmadığından Odanın Genel Başkanı ne diyorsa o olur. İşte, bu sakıncaları gidermek için Olağan genel kurul yapıldıktan bir yıl sonra yapılmakta olan “seçimsiz, idari ve mali genel kurul”, bütçeye çok yük getirdiği gerekçesiyle kaldırıldı ve böylece Odamız çok daha demokratik ve şeffaf yönetilir oldu. Çünkü zaten, bütün uyarılara karşın, bu idari ve mali genel kurullara MYK’nın bir yeni yıl bütçe taslağını ve idari konulardaki tasarruflarını getirip sunduğu görülmüyordu ki…

Oda genel kurullarında kararlar alınırken elbette tartışmalar oluyor, tartışmaların zaman zaman sertleştiği de görülüyordu. Ancak son yıllarda, özellikle iki yıl önceki genel kurulda kullanılan dil ve yorumlara toplumsal çürümeden yansıyan özensizliğin, saygısızlığın yerleşmeye başladığını görünce yukarıdaki yazıda buna da kısaca değinmiştim. Aslında bu yazıyı bir kenara bırakmıştım. Daha önce hiçbir yerde yayınlanmadı. Ama zamanı gelmişti sanırım. Nasıl olsa, ihtimal, önümüzdeki günler ne bıraktığımız gibi meslek odamızı, ne de düşündüğümüz gibi yazdıklarımızı bulacağız.


Neyse… Sıkıntı yok!