Bundan iki yıl kadar
önce Odamızın genel kurullar sürecini yaşıyorduk. O günlerde dilimize,
Türkçe’ye, ne kadar az özen gösterdiğimizi, hatta bazı yazarların ve
gazetecilerin bile sözcükleri kullanırken yeterince dikkatli olmadıklarını,
sosyal medya jargonunun konuşma adabımızı bir anlamda ele geçirdiğini görüyor,
üzüntü duyuyordum. Bu olumsuzluğu ele alan bir yazı yazmıştım ama bir türlü
ortamla paylaşmak kısmet olmadı. Şöyleydi yazı:
*****
Kentsoyluların dili
(bazıları ‘yaşayan dil’ diyor) tuhaf bir şekilde asri: Asrın süresi de kısaldı
elbette. Belki de tuhaflık buradan kaynaklanıyor. Bugünlerde kuşaklar arası fark
neredeyse tek haneli rakamlara düştü. Her kuşakta, yani aradan daha on yıl
geçmeden, yaşayan dil yeni kavramlar, yeni sözcükler, yeni sokak jargonu ile
başkalaşıyor.
Görüldüğü gibi
anlatması zor, ama şöyle de diyebiliriz: Daha “abi ya, yok böyle şey!” ya da “oha
filan oldum yani” türü nidalara alışamadan, karşımıza bir “hani…” çıktı, bütün gençler her tümcede
yerli yersiz dokuz kere “hani” demeye başladılar. Hani biz “hani”ye alışamadan
dillere “adına…” sözcüğü pelesenk
oldu. “İstanbul’a gitmek için otobüsten
yer ayırttım” denmiyor artık. “Hani…
İstanbul’a gitmek adına…” deniyor.
Olmuyor elbette, hem “için”
sözcüğüne haksızlık ediliyor, hem “adına”
sözcüğüne zarar veriliyor. Son günlerde de “aynen
öyle” moda oldu. Konuşmanın içeriğine uygun seçim yaparak “haklısın”, “doğru söylüyorsun” veya “söylediklerine
katılıyorum” denmiyor, kısa yoldan “aynen
öyle” deniyor.
Hasbelkader entelektüel
olmuşların dili de, post-modern dünyanın hızlı değişimine ayak uyduruyor. Boğaz
kıyısında bir yalıda sabah kahvesi “tadında”
bir sohbette, kavramların ışık hızı ile hareketinden kafası karışmış ve sonunda
insanların yaşam biçimlerine “illa ki”
el koyacak düşüncelere kıyak geçen bir köşe yazarı, Orhan Veli’nin Hürriyete
Doğru şiiri “kıvamında” bir söyleve
girişiyor. Farkında değil ki, gittiği yolun sonunda onu karşılayacak olanlar
balıklar değil. Ama eteklerine az buçuk aydınlık bulaşmış kentsoyluları ikna
için son moda sözcükleri illa ki kullanıyor… Hem de lokum tadında… Hem de limonata
kıvamında… En keskin ulusalcıyı bile yola getirir. Yılanı deliğinden çıkartır
vallahi!
Son birkaç aydır meslek
odalarının genel kurulları yapılıyor. İzleyebildiğim kadarıyla bu genel
kurullardaki tartışmalarda da asrileşme belirgin bir şekilde kendini
hissettiriyor. Yalnız içerikte değil, üslûpta da sıkı bir değişim var.
Arkadaşlıktan, dostluktan, mesleki dayanışmadan geçtim, karşılıklı saygı
kalmamış. Tartışma adabı, demokratik yarışma ahlâkı hak getire... Birileri
demiş ki, “eh, etik kodlar değişti artık abi…”
Oldu…
gözlerim doldu…
Çürüme böyle böyle
sardı toplumu zaten. Yasalar da böyle böyle değişmeye başladı işte. Makyavelizm
bu kadar abartmamıştı gerçi, bir zamanlar mubahtı, ama artık amaca ulaşmak için
her yol “yasal” oldu. Toplum aklını kaybetti neredeyse.
Geçenlerde bir arkadaşım
ölümden döndü. Böbreklerinden biri çürümüş meğer. Yüksek ateş ve sancıyla
birlikte hastaneye kaldırılmış. Çürüyen böbreğini almışlar, kurtulmuş.
Arkadaşıma geçmiş olsun
dilerken bir yandan da şöyle düşündüm: Arkadaşım şanslıymış ki, işlevini
yitiren yalnızca böbreğiymiş. Ya beyni
çürümüş olsaydı? Bazı organlarımız yedekli, biri olmazsa diğeri ile idare
edebiliyoruz. Bazıları da, yedekli olmasa bile, organ değişimine olanak veriyor.
Oysa beyni ölmüş birinin hiç şansı yok.
Yine de, tıp bilimi,
beyin ölümü gerçekleşen insanların başka hayatları kurtarabileceğini söylüyor. Tamamen
boşa yaşamış sayılmazlar demek ki.
Aynen öyle. Netekim.
*****
Şu sıralarda yine
Odamızın genel kurullar sürecini yaşıyoruz. İhtimal, önümüzdeki birkaç ay
içinde Şubelerimizin, Oda Genel Merkezinin ve TMMOB’nin genel kurulları
yapılacak. Bakalım ne kararlar alınacak, MYK nasıl oluşacak… Derler ya, perşembenin
gelişi çarşambadan belli olurmuş… İki yıl önceki Merkez Genel Kurulu tüm
itirazlara ve uyarılara karşın bazı vahim kararlar almıştı:
Bunlardan biri Merkez
Genel Kurulu delege yapısının değiştirilmesiydi. Delege sayısı doğal delegeler
hariç 800 delege ile sınırlanmakla kalmıyor, “toplam delege sayısından her şubeye
5 delege verilir. Kalan delege sayısı Büyükkent Şube ve Şube üye sayısının
toplam üye sayısına bölünerek elde edilen orana göre dağıtılır. Artan oranlar
büyükten küçüğe sıralanarak dağıtılmayan delegeye paylaştırılır.” deniliyordu.
Bu “5 delege” tahsisi, Şubelere verilen bir çeşit “doğal delege gönderme” hakkıydı.
Delege yapısındaki bu “ilginç” değişimin sonuçlarını birkaç ay içinde göreceğiz.
Bir diğer vahim karar
seçimli 2 genel kurul arasında yapılan “mali ve idari genel kurul”un
kaldırılması idi. Oda genel kurulları 12 Eylül kalıntısı bir yasa maddesi
yüzünden, her yıl değil, iki yılda bir toplanmakta ve gündemdeki konulara ek
olarak bütçesini ve idari konuları tartışıp karara bağlamaktadır. Ama Oda
bütçesi bir yıllık düzenlenir. İdari konularda alınan kararlar da o yıl için
geçerlidir. Bir yürütme döneminin ikinci yılında aidat, belge ücretleri,
harçlar gibi gelir kalemleri ile tüm gider kalemleri hakkında Merkez Yönetim
Kurulu karar verir. Ki bu merkezi hükümetin KHK yazması gibi bir şeydir. Yani
bir yürütme döneminin ikinci yılında, Odamız demokratik olarak yönetildiği için
ve zaten MYK içinde muhalefet de olmadığından Odanın Genel Başkanı ne diyorsa o
olur. İşte, bu sakıncaları gidermek için Olağan genel kurul yapıldıktan bir yıl
sonra yapılmakta olan “seçimsiz, idari ve mali genel kurul”, bütçeye çok yük
getirdiği gerekçesiyle kaldırıldı ve böylece Odamız çok daha demokratik ve şeffaf
yönetilir oldu. Çünkü zaten, bütün uyarılara karşın, bu idari ve mali genel
kurullara MYK’nın bir yeni yıl bütçe taslağını ve idari konulardaki
tasarruflarını getirip sunduğu görülmüyordu ki…
Oda genel kurullarında
kararlar alınırken elbette tartışmalar oluyor, tartışmaların zaman zaman
sertleştiği de görülüyordu. Ancak son yıllarda, özellikle iki yıl önceki genel
kurulda kullanılan dil ve yorumlara toplumsal çürümeden yansıyan özensizliğin,
saygısızlığın yerleşmeye başladığını görünce yukarıdaki yazıda buna da kısaca
değinmiştim. Aslında bu yazıyı bir kenara bırakmıştım. Daha önce hiçbir yerde
yayınlanmadı. Ama zamanı gelmişti sanırım. Nasıl olsa, ihtimal, önümüzdeki
günler ne bıraktığımız gibi meslek odamızı, ne de düşündüğümüz gibi yazdıklarımızı
bulacağız.
Neyse… Sıkıntı yok!