(Nereye Gidiyorsun?)
Fatih Söyler
Bir arkadaşıma
bu soruyu –bir yandan da kendime yönelterek- sorduğum zaman, kulak misafiri
olan başka bir arkadaşım bana “… bu suale
ait roman 1905 yılında nobel alabilirdi ancak ve Henryk Sienkiewicz doğu dünyasına
adanan ödülün sadece adresi oldu…” dedi. Çeyrek asırlık dostumun bu kısmen
uyaran, bir parça alaycı, bir parça haddimi bildiren hariçten gazeli beni uzun
uzun düşündürdü… Doğrusu şimdi bile düşünüyorum.
Gerçekten, insan
kendini kullanılma ömrü çoktan bitmiş eski merdaneli çamaşır makineleri gibi
görmeye, ya da birilerinden bazen hafif bir vefa gösterisiyle ‘eski tüfek’
yakıştırmasını, bazen hafif bir post-modern dalga geçişle ‘dinozor’ sözcüğünü
duymaya başladığında takkeyi önüne koyup düşünme vakti gelmiş çatmış demektir.
Ama gün
geliyor, “bu kadar da değil!”
diyorum. Çünkü, biliyoruz ki, tüm örgütlü insan topluluklarında görmüş
geçirmişlerin de belli görevleri var. Aileyi bir arada tutma, çocuklara göz
kulak olma, deneyimlerini ve bilgi birikimlerini aktarma, geçmişte yaşananları
anımsama (sözlü tarih) ve bu yaşananlardan gençlerin ders çıkarmasını sağlama
gibi işlevleri yerine getirdikleri için, azıcık özene muhtaç duruma düşseler
dahi, bu dinozorların eski çamaşır makinesi gibi hurdaya çıkarılmadıklarını
biliyoruz.
Teselli
tümceleri bir yana, bendeniz de yavaş yavaş takke ile oynamaya başlamış
olmalıyım ki, Odamızın Nisan ayında Antalya’da gerçekleştirilen Olağanüstü
Genel Kuruluna delege olarak giderken, Ankara Şubesi yöneticilerine herhangi bir
komisyonda görev almak istemediğimi, çünkü tartışmaları izlemek ve elimden
geldiğince tartışmalara katılmak istediğimi belirtmiştim. Çünkü Genel Kurul
gündeminde bazı yönetmelik değişikliklerinin yanı sıra ‘örgütlenme’
sorunsalının tartışılması da vardı ve bu oldukça hassas bir konuydu.
Ne var ki, Genel
Kurul’un daha başında, Mesleki Davranış Kuralları ve Bildiri komisyonlarına
önerildim. Aynı anda iki komisyonda da bulunmanın zorluğunu, olağanüstü genel
kurulun özgün gündemi ile topluma verilecek mesajın sığ kalacağını ve Bildiri
Komisyonunun çalışmalarında yeterince etkili olamayacağımı düşündüğüm için
Bildiri Komisyonunda görev almayacağımı Divan’a bildirerek çekildim.
İyi ki öyle
yapmışım. Yoksa sanırım, Genel Kurulu, özellikle örgütlenme ile ilgili çok
önemli tartışmaları, izlemekten epeyce yoksun kalacaktım.
Genel Kurul Divanı’nın özverili
ve iyi niyetli çabaları ile gündemdeki konular, yönetmelik düzenlemede üçte iki
çoğunluk aranması ile ilgili tartışmalara, Mimarlar Odası’nın yönetmeliklerinde
Anayasa ve yasanın üzerinde düzenleme yapılamayacağına ilişkin itirazlara ve
zaman zaman yükselen gerilime karşın sonuçlandırıldı ve Genel Kurul kendisinden
beklenen yönetmelik değişikliklerini gerçekleştirdi. Bu sonucun alınmasında,
elbette, Genel Kurul komisyonlarının önerilerinin büyük çoğunluğunu oybirliği
ile hazırlamalarının da önemli etkisi vardı. Başta komisyonlarda görev alanlar
olmak üzere Genel Kurul delegelerini özgür iradeleri ile yaptıkları
değerlendirmeler ve Genel Kurulun sonuç almasını sağlamak için ortaya
koydukları çaba nedeniyle kutlamak gerek.
Yine de, kanımca, gündemde yer
alan tüm yönetmelik değişiklik önerilerinden daha önemlisi Oda’nın geleceğinin
tartışılmasının beklendiği ‘örgütlenme çalışmaları üzerine genel değerlendirme’
maddesi idi. Zaten Genel Kurulun zamanını en çok bu konu aldı. Çok sayıda
delege değerlendirme, görüş ve önerilerini süre kısıtlaması olmaksızın sunma
fırsatı buldu.
1986 Kirazlıyayla
Deklarasyonundan bu yana gündemden düşmeyen ve temcit pilavı gibi sürekli önümüze
getirilen ‘yeniden yapılanma’, bu gündem maddesinde, ister istemez yeniden
karşımıza çıktı. Çünkü, Oda Genel Merkezinin Olağanüstü Genel Kurulun görüşüne
sunduğu belge, örgütlenme için yıllardır yapılan tartışmalarda dile getirilen
ve çoğu üzerinde mutabakat sağlanamamış, Oda örgütlülüğünü geliştirmek bir
yana, tam tersine, örgütsel kırılmalara neden olmuş önerileri, yeni önerilerle
birlikte harman edip ‘yeniden’ tartışmaya açıyordu. 1987’den itibaren hemen her
yıl Oda gündemini işgal eden yeniden yapılanma önerilerinin tarihçesini vermeye
gerek yok. Çok geriye gitmeden, “örgütlenme” konusunun ele alındığı ve 24-25
Ekim 2008 tarihinde yapılan Danışma Kurulu’na bakalım: Bu Danışma Kurulu’nun
yapıldığı Mersin’de Oktay Ekinci “yeniden yapılanma” konusunun kendisinde
yarattığı bıkkınlığı dile getirirken, “ille
de biz yeniden yapılanmayı konuşuyoruz diyorsanız, teşekkür ederim” diyordu.
Özet olarak gereksinmelerimizin saptanmasını, nereye yetişemiyor, neyi
halledemiyorsak bunların belirlenmesini ve örgütümüzün bu gereksinmelere göre
geliştirilmesinin sağlanmasını istiyordu.
Aslında söylemekten dilimizde tüy
bitti. Yazmaktan yorulduk. Şimdi aynı şeyleri söylemek, yazmak istemiyorum. Bu
gidişle, temcit pilavı eleştirisi artık bana yönelecek korkarım. Ama söylemek
zorundayım: Katılamadığım Mersin Danışma Kurulu’na gönderdiğim yazıda da
belirttiğim gibi, “yeniden yapılandırma
yalnız ‘bazı yönetmelik değişiklikleri, üye sayısının artması, örgütün büyüyüp
genişlemesi, ilgili mevzuatın çağın gerisinde kalması’, ‘genel kurulların
verimsiz, yüksek maliyetli, sağlıksız olması’ gibi gerekçelerle Mimarlar
Odası’nın gündeminde olan bir konu değil. Bir şeyi ‘yeniden yapılandıralım’ deyince,
ilgili ilgisiz herkes, ‘kendine göre bir yeniden yapılandırma’ hayal edebilir.
Merkezi idare başka, TMMOB yönetimi başka, muhalifleri başka, Mimarlar Odası
Genel Merkezi başka, şubeleri başka, üyelerinin bir grubu başka, diğer grupları
da bambaşka bir ‘meslek odası’ niyetinde olabilirler.” Nitekim, çoğunluğun
bu görüş ve niyette olmadığını bilsek de, Oda’nın TMMOB’den ayrı bir ‘meslek
kurumu’ olarak yeniden yapılandırılması, serbest mimarların kayıt ve sicil
kurumu olarak örgütlenmesi gibi öneriler yalnızca bazı meslektaşların talebi
değil. TMMOB ve bağlı odaları için merkezi yönetim de benzer ‘tasavvurlar’
içindedir ne zamandır.
Olağanüstü Genel Kurulda,
örgütlenmemize ilişkin çok değerli görüşler, öneriler sunuldu. Yukarıda dile
getirdiklerim, bu tartışmaların yapılmasına karşı olduğumdan değil elbette. Günün
gereksinimlerine yanıt verecek, Oda-üye ve meslektaş dayanışmasını etkin
kılacak, Oda’yı toplumla bütünleştirecek, Oda’yı meslek alanında söz sahibi
yapacak, mesleğin onurlu ve etkin şekilde uygulanmasını sağlayacak, mesleki
eğitimin asgari koşullarının sağlanmasında öncü olacak ve örgüt içi demokrasiyi
güçlendirecek bir örgütsel zenginliğe kim “hayır”
diyebilir? Gerçekten pek çok konuşmacı, bu gereksinimlere değindiler ve
tartışmaları önerileri ile zenginleştirdiler. Nitekim, İstanbul’dan bazı
meslektaşların ortak imzası ile sunulan ve delegasyon yapısının oransal temsil
ile belirlenmesini isteyen önergeleri, örgüt içi demokrasi arayışına bir örnek
olarak, Genel Kurul tartışmalarına damgasını vurdu. Bir arkadaşımız oda
kadrolarının ve delegasyonun giderek yaşlanmasına dikkat çekerek örgüt içi
demokrasi arayışına verdiği önemi gösterdi. AR-GE çalışmalarının gerekliliğine,
katılımın artırılmasına, öğrenci ve genç meslektaşlarla yakın iletişime, kamu
ve özel sektörde ücretli çalışanların üyelik ve özlük hakkı sorunlarına,
sendikal haklara, neo-liberal politikaların dayattığı sorunlara ve daha pek çok
“gereksinime” değinen delegeler, örgütsel gelişmeye “evet” dediler.
Katılırız ya da katılmayız.
Getirilen önerilerden eksik ya da yanlış bulduklarımız da olabilir. ‘Mimarlar
Odası Toplum Hizmetinde’ şiarına uygun örgütsel gelişmeyi dert edinen tüm
önerileri tartışmaya açık ve hazır olmak gerekir. Ne var ki bu günden sonra tartışmalarımızın
odağında, öyle görülüyor ki, bu dertlenmeler değil, Mimarlar Odası’nın bir
meslek yasası ya da aynı paralelde özel bir yasa ile birlikte ‘kamu yararına yeniden
yapılandırılması’ olacaktır. Mimarlar arasındaki elli küsur yıllık bir
tartışma, merkezi yönetimin de desteğiyle, kamu ve toplum yararı kavramlarına
kayacak, bu kavramlardan ne anladığımızı sorgulamamızı –bizleri sokağa
döktürecek kadar sıcak olarak- gerektirecektir. Mimarlar Odasının tarihi, kimi
açık açık yazılmış, kimi satır aralarına gizlenmiş ‘meslek kurumu örgütlenmesi’
yolunun haritaları ile doludur. Bu
konuya, ta 1995 yılında, Ürgüp Olağanüstü Genel Kurulundaki konuşmamda
değinmiştim:
“İlk meslek yasa taslağı bir kırmızı kitaptı. İzmir kaynaklı bu taslak,
sanırım 1985 veya 1986 tarihliydi ve o sıralarda çok tepki görmüştü. Özellikle
mimarlara müteahhitlik, ticaret gibi meslek dışı faaliyetleri yasakladığı için.
Bu taslak -ya da çerçeve öneri- ile sonraki taslaklarda tepki gören konuların
diğer en önemlileri mesleğe kabul koşulları ile kamu ve özel sektörde ücretli
çalışan meslektaşlara getirilen kısıtlamalardır….
Meslek yasası Oda gündemini ciddi olarak 90’lı yıllarda işgal etmiştir.
Oysa, 80’li yıllar, meslek yasası inşasının arsa seçiminin yapıldığı, hatta
temel kazısının gerçekleştirildiği yıllar olmuştur.
Yeniden yapılanma çerçevesinde alınan bir bölük karar ve açıklanan
sayısız deklarasyonu arsa seçimi için gösterilen çabalar olarak
değerlendirirsek, Oda Yönetmeliklerinde 1987’den bu yana yapılan değişiklikleri
de temel kazısı olarak değerlendirebiliriz…..
….. Modelin yerleştirilmesi oldukça çetin bir süreci
gerektirmektedir….. Oda Yönetmeliği Bursa’dan sonra Muğla’da da
değiştirilir. Diğer yönetmeliklerimizde
de değişiklikler yapılır. Her genel kurul, yeni bir olağanüstü genel kurul
gerektirir. Yeni yönetmelikler, yeni şartnameler oluşturulur. Oda’nın tüm
yapısı, meslek yasasına doğru ilerlerken uzman bir hukukçunun bile altından zor
kalkacağı hacimde ve karmaşıklıkta bir Mimarlar Odası mevzuatı oluşur.”
Aradan 14 yıl geçmiş. Hale bakın
ki, durumumuz değişmemiş. Yine üye dayanışmasını, gençlerle iletişim kurmayı,
toplum yararına iyi mimarlık için çaba göstermeyi, yapı ve kentsel çevre
standartları oluşturmayı ve örgütlenmemizde eksik gördüğümüz tüm diğer adımları
ıskalıyoruz. Mevzuatımız ise daha da serpilip gelişiyor.
Mesleğimizi bir düzene sokmak
gibi bir idealin yanı sıra, yarım asırdan fazla bir süredir TMMOB’den ayrı,
serbest mimar ve ideolojisinin egemen kılınacağı, ‘Mimarlar Odası Toplum
Hizmetinde’ şiarına değil, kerameti kendinden menkul yeni bir (neo-liberal
anlam yükleyerek) ‘kamu yararı’ şiarına hizmet eden, Oda’yı bir ‘kayıt ve sicil
tutma aygıtı’na dönüştürmeyi hedefleyen bir idealin de içimizde kök saldığını,
bu anlayışın devlet bürokrasisinde ciddi lobi çalışmalarında bulunduğunu görmek
gerekir. Bu lobi çalışmaları 80’li yıllarda başlamış, gün geçtikçe etkisini
artırmıştır. Ayhan Çelik, Kenan Güvenç ve Murat Uluğ, Mimarlık Dergisinin 253.
Sayısındaki yazılarında “1980’li yıllar kaotik sayılabilecek bir
çokluğun ‘farklılıklarının’ politik şoklarla ıslah edilerek bir
örnekleştirildiği zamanlar olarak toplum tarihine geçmiştir…. Artık
akademisyenler, elitistler, yarışmacılar, hatta piyasacılar yoktur. Bütün bu
kategorik ayrımlar, ‘iş yapan’ mimar grubunca emilmiştir. Serbest Mimar ve
ideolojisi, icra ve örgütlenmenin merkezine gelip oturmuştur.” diyorlardı.
Ama dediğim gibi, bizimle uğraşan
yalnız kendimiz değiliz. TMMOB yasasını değiştirme, Mimarlar için ayrı bir
örgütlenme modeli oluşturma gayretlerinin merkezi yönetimin gündeminde olduğunu
sağır sultan duydu. Bu gayretlere karşı örgütlenmemizi geliştirmek, üye
dayanışması sağlamak için el birliği ile çalışmak yerine, merkezi yönetime
adeta davetiye çıkarmaktayız. Odamızın hazırladığı ‘Mimarlık Hakkında Kanun
Tasarısı’ kitapçığı, kamuoyu ile paylaşılmak ve merkezi yönetime de iletilmek
üzere yayımlandı. Bu kitapçığın MYK tarafından hazırlanan gerekçe bölümünde “TMMOB çatısı altındaki odalara bakıldığında
görülecektir ki pek çoğu birbirleri ile hiç ilgisi olmayan meslek
disiplinlerini kapsamaktadır..... Bu koşullarda sayıları 23’ü bulan meslek
odalarının üyelerinin tabi olacağı hukukun da tek bir kanun ile düzenlenmesinin
uygulamada çok büyük sorunlar yarattığı kolaylıkla görülebilmektedir….. TMMOB’nin çatısı, örgütsel yapısı korunmak
koşuluyla her meslek disiplininin kendi ihtiyacı olan kanunların çıkarılması
zorunlu olmuştur.” diyor… Bu gerekçenin ve kanun tasarısının TMMOB çatısına
dokunmamayı da talep eden utangaç bir davet olduğunun altını çizmek gerek. Ne
var ki aynı zamanda bu utangaç davetin merkezi yönetimce okunacak kısmını da
tahmin etmek zor değil. Üstelik, bu son taslak Odamızın merkezi yönetime arz
ettiği ilk taslak da değil. 1986’da, 1992’de ve sonraki yıllarda, kimi resmi
ziyaretle, kimi meslektaşlarımızın bireysel girişimleriyle çeşitli ‘mimarlık
kanun tasarıları’ ilgili siyasilere verilmedi mi? Bu taslakların hemen tümü,
Oda’nın örgütsel yapısını kökten değiştirmiyor muydu? Bugün bile, merkezi
idarenin elinde meslek camiamızca arz edilmiş kaç tane ‘Mimarlık Hakkında Kanun
Tasarısı’ var acaba?
Ve tüm bu kanun tasarılarının
öngördüğü eğitim, staj, mesleğe kabul koşulları, unvan ve yetki kullanma
kuralları, melek içi eğitim zorunluluğu gibi düzenlemeler adım adım iç
hukukumuza girmiyor mu? Mevzuat yığınlarının altında giderek bürokratlaşma,
bürokrasiye gömülme, bürokratik bir oda haline dönüşme, bürokratik bir kurum
haline dönüşme tehlikesi yok mu? Mimarlar Odası, tüm birimleri ile, şu anda bir
‘kimlik bunalımında’ değil mi?
O halde herkes açık olsun, niyeti
neyse söylesin. Bazıları bıyık altından gülüyor, “siz konuşa durun bakalım” diyor… Bazıları satır aralarında yazıyor
asıl niyetlerini… Bazıları dürüst davranıyor ve kiminle ittifak yapacağını,
kiminle nerelere kadar gideceğini açıkça söylüyor. Bazıları da, belki iyi
niyetle, belki gerçekten örgütün gelişmesi ve örgüt içi demokrasinin güçlenmesi
adına, ama, yeri ve önceliği olmayan girişimlerde bulunuyorlar…
Herkesin bildiğini saklamanın
kimseye yararı yok. Genel Kurul kürsülerinden “…ben devrimciyim!” demek yetmiyor. Ne olup bittiğini görmek ve
hayatı, yaşananları sorgulamak, hatta İsa’nın “Quo vadis domine? Nereye gidiyorsun hazret?” sorusuna verdiği
yanıtta olduğu gibi “bilmeyen arkadaşları aydınlatmak’ için çaba harcamak
gerekiyor. Ben de tüm meslektaşlara, kendime, Mimarlar Odası’na soruyorum.
Sadece Mimarlar Odası bağlamında değil, diğer meslek odaları ve TMMOB için de soruyorum: “Acaba nereye
gidiyoruz?”
Quo Vadis arkadaşlar? Gerçekten biz nereye gidiyoruz? Bu sorunun
yanıtını acilen bulmamız lazım. Yoksa gideceğimiz yeri başkaları gösterecek pek
yakında.