2009, Quo Vadis?


(Nereye Gidiyorsun?)

Fatih Söyler

Bir arkadaşıma bu soruyu –bir yandan da kendime yönelterek- sorduğum zaman, kulak misafiri olan başka bir arkadaşım bana “… bu suale ait roman 1905 yılında nobel alabilirdi ancak ve Henryk Sienkiewicz doğu dünyasına adanan ödülün sadece adresi oldu…” dedi. Çeyrek asırlık dostumun bu kısmen uyaran, bir parça alaycı, bir parça haddimi bildiren hariçten gazeli beni uzun uzun düşündürdü… Doğrusu şimdi bile düşünüyorum.

Gerçekten, insan kendini kullanılma ömrü çoktan bitmiş eski merdaneli çamaşır makineleri gibi görmeye, ya da birilerinden bazen hafif bir vefa gösterisiyle ‘eski tüfek’ yakıştırmasını, bazen hafif bir post-modern dalga geçişle ‘dinozor’ sözcüğünü duymaya başladığında takkeyi önüne koyup düşünme vakti gelmiş çatmış demektir.

Ama gün geliyor, “bu kadar da değil!” diyorum. Çünkü, biliyoruz ki, tüm örgütlü insan topluluklarında görmüş geçirmişlerin de belli görevleri var. Aileyi bir arada tutma, çocuklara göz kulak olma, deneyimlerini ve bilgi birikimlerini aktarma, geçmişte yaşananları anımsama (sözlü tarih) ve bu yaşananlardan gençlerin ders çıkarmasını sağlama gibi işlevleri yerine getirdikleri için, azıcık özene muhtaç duruma düşseler dahi, bu dinozorların eski çamaşır makinesi gibi hurdaya çıkarılmadıklarını biliyoruz.

Teselli tümceleri bir yana, bendeniz de yavaş yavaş takke ile oynamaya başlamış olmalıyım ki, Odamızın Nisan ayında Antalya’da gerçekleştirilen Olağanüstü Genel Kuruluna delege olarak giderken, Ankara Şubesi yöneticilerine herhangi bir komisyonda görev almak istemediğimi, çünkü tartışmaları izlemek ve elimden geldiğince tartışmalara katılmak istediğimi belirtmiştim. Çünkü Genel Kurul gündeminde bazı yönetmelik değişikliklerinin yanı sıra ‘örgütlenme’ sorunsalının tartışılması da vardı ve bu oldukça hassas bir konuydu.

Ne var ki, Genel Kurul’un daha başında, Mesleki Davranış Kuralları ve Bildiri komisyonlarına önerildim. Aynı anda iki komisyonda da bulunmanın zorluğunu, olağanüstü genel kurulun özgün gündemi ile topluma verilecek mesajın sığ kalacağını ve Bildiri Komisyonunun çalışmalarında yeterince etkili olamayacağımı düşündüğüm için Bildiri Komisyonunda görev almayacağımı Divan’a bildirerek çekildim.

İyi ki öyle yapmışım. Yoksa sanırım, Genel Kurulu, özellikle örgütlenme ile ilgili çok önemli tartışmaları, izlemekten epeyce yoksun kalacaktım.

Genel Kurul Divanı’nın özverili ve iyi niyetli çabaları ile gündemdeki konular, yönetmelik düzenlemede üçte iki çoğunluk aranması ile ilgili tartışmalara, Mimarlar Odası’nın yönetmeliklerinde Anayasa ve yasanın üzerinde düzenleme yapılamayacağına ilişkin itirazlara ve zaman zaman yükselen gerilime karşın sonuçlandırıldı ve Genel Kurul kendisinden beklenen yönetmelik değişikliklerini gerçekleştirdi. Bu sonucun alınmasında, elbette, Genel Kurul komisyonlarının önerilerinin büyük çoğunluğunu oybirliği ile hazırlamalarının da önemli etkisi vardı. Başta komisyonlarda görev alanlar olmak üzere Genel Kurul delegelerini özgür iradeleri ile yaptıkları değerlendirmeler ve Genel Kurulun sonuç almasını sağlamak için ortaya koydukları çaba nedeniyle kutlamak gerek.

Yine de, kanımca, gündemde yer alan tüm yönetmelik değişiklik önerilerinden daha önemlisi Oda’nın geleceğinin tartışılmasının beklendiği ‘örgütlenme çalışmaları üzerine genel değerlendirme’ maddesi idi. Zaten Genel Kurulun zamanını en çok bu konu aldı. Çok sayıda delege değerlendirme, görüş ve önerilerini süre kısıtlaması olmaksızın sunma fırsatı buldu.

1986 Kirazlıyayla Deklarasyonundan bu yana gündemden düşmeyen ve temcit pilavı gibi sürekli önümüze getirilen ‘yeniden yapılanma’, bu gündem maddesinde, ister istemez yeniden karşımıza çıktı. Çünkü, Oda Genel Merkezinin Olağanüstü Genel Kurulun görüşüne sunduğu belge, örgütlenme için yıllardır yapılan tartışmalarda dile getirilen ve çoğu üzerinde mutabakat sağlanamamış, Oda örgütlülüğünü geliştirmek bir yana, tam tersine, örgütsel kırılmalara neden olmuş önerileri, yeni önerilerle birlikte harman edip ‘yeniden’ tartışmaya açıyordu. 1987’den itibaren hemen her yıl Oda gündemini işgal eden yeniden yapılanma önerilerinin tarihçesini vermeye gerek yok. Çok geriye gitmeden, “örgütlenme” konusunun ele alındığı ve 24-25 Ekim 2008 tarihinde yapılan Danışma Kurulu’na bakalım: Bu Danışma Kurulu’nun yapıldığı Mersin’de Oktay Ekinci “yeniden yapılanma” konusunun kendisinde yarattığı bıkkınlığı dile getirirken, “ille de biz yeniden yapılanmayı konuşuyoruz diyorsanız, teşekkür ederim” diyordu. Özet olarak gereksinmelerimizin saptanmasını, nereye yetişemiyor, neyi halledemiyorsak bunların belirlenmesini ve örgütümüzün bu gereksinmelere göre geliştirilmesinin sağlanmasını istiyordu.

Aslında söylemekten dilimizde tüy bitti. Yazmaktan yorulduk. Şimdi aynı şeyleri söylemek, yazmak istemiyorum. Bu gidişle, temcit pilavı eleştirisi artık bana yönelecek korkarım. Ama söylemek zorundayım: Katılamadığım Mersin Danışma Kurulu’na gönderdiğim yazıda da belirttiğim gibi, “yeniden yapılandırma yalnız ‘bazı yönetmelik değişiklikleri, üye sayısının artması, örgütün büyüyüp genişlemesi, ilgili mevzuatın çağın gerisinde kalması’, ‘genel kurulların verimsiz, yüksek maliyetli, sağlıksız olması’ gibi gerekçelerle Mimarlar Odası’nın gündeminde olan bir konu değil. Bir şeyi ‘yeniden yapılandıralım’ deyince, ilgili ilgisiz herkes, ‘kendine göre bir yeniden yapılandırma’ hayal edebilir. Merkezi idare başka, TMMOB yönetimi başka, muhalifleri başka, Mimarlar Odası Genel Merkezi başka, şubeleri başka, üyelerinin bir grubu başka, diğer grupları da bambaşka bir ‘meslek odası’ niyetinde olabilirler.” Nitekim, çoğunluğun bu görüş ve niyette olmadığını bilsek de, Oda’nın TMMOB’den ayrı bir ‘meslek kurumu’ olarak yeniden yapılandırılması, serbest mimarların kayıt ve sicil kurumu olarak örgütlenmesi gibi öneriler yalnızca bazı meslektaşların talebi değil. TMMOB ve bağlı odaları için merkezi yönetim de benzer ‘tasavvurlar’ içindedir ne zamandır.

Olağanüstü Genel Kurulda, örgütlenmemize ilişkin çok değerli görüşler, öneriler sunuldu. Yukarıda dile getirdiklerim, bu tartışmaların yapılmasına karşı olduğumdan değil elbette. Günün gereksinimlerine yanıt verecek, Oda-üye ve meslektaş dayanışmasını etkin kılacak, Oda’yı toplumla bütünleştirecek, Oda’yı meslek alanında söz sahibi yapacak, mesleğin onurlu ve etkin şekilde uygulanmasını sağlayacak, mesleki eğitimin asgari koşullarının sağlanmasında öncü olacak ve örgüt içi demokrasiyi güçlendirecek bir örgütsel zenginliğe kim “hayır” diyebilir? Gerçekten pek çok konuşmacı, bu gereksinimlere değindiler ve tartışmaları önerileri ile zenginleştirdiler. Nitekim, İstanbul’dan bazı meslektaşların ortak imzası ile sunulan ve delegasyon yapısının oransal temsil ile belirlenmesini isteyen önergeleri, örgüt içi demokrasi arayışına bir örnek olarak, Genel Kurul tartışmalarına damgasını vurdu. Bir arkadaşımız oda kadrolarının ve delegasyonun giderek yaşlanmasına dikkat çekerek örgüt içi demokrasi arayışına verdiği önemi gösterdi. AR-GE çalışmalarının gerekliliğine, katılımın artırılmasına, öğrenci ve genç meslektaşlarla yakın iletişime, kamu ve özel sektörde ücretli çalışanların üyelik ve özlük hakkı sorunlarına, sendikal haklara, neo-liberal politikaların dayattığı sorunlara ve daha pek çok “gereksinime” değinen delegeler, örgütsel gelişmeye “evet” dediler.

Katılırız ya da katılmayız. Getirilen önerilerden eksik ya da yanlış bulduklarımız da olabilir. ‘Mimarlar Odası Toplum Hizmetinde’ şiarına uygun örgütsel gelişmeyi dert edinen tüm önerileri tartışmaya açık ve hazır olmak gerekir. Ne var ki bu günden sonra tartışmalarımızın odağında, öyle görülüyor ki, bu dertlenmeler değil, Mimarlar Odası’nın bir meslek yasası ya da aynı paralelde özel bir yasa ile birlikte ‘kamu yararına yeniden yapılandırılması’ olacaktır. Mimarlar arasındaki elli küsur yıllık bir tartışma, merkezi yönetimin de desteğiyle, kamu ve toplum yararı kavramlarına kayacak, bu kavramlardan ne anladığımızı sorgulamamızı –bizleri sokağa döktürecek kadar sıcak olarak- gerektirecektir. Mimarlar Odasının tarihi, kimi açık açık yazılmış, kimi satır aralarına gizlenmiş ‘meslek kurumu örgütlenmesi’ yolunun haritaları ile doludur.  Bu konuya, ta 1995 yılında, Ürgüp Olağanüstü Genel Kurulundaki konuşmamda değinmiştim:

“İlk meslek yasa taslağı bir kırmızı kitaptı. İzmir kaynaklı bu taslak, sanırım 1985 veya 1986 tarihliydi ve o sıralarda çok tepki görmüştü. Özellikle mimarlara müteahhitlik, ticaret gibi meslek dışı faaliyetleri yasakladığı için. Bu taslak -ya da çerçeve öneri- ile sonraki taslaklarda tepki gören konuların diğer en önemlileri mesleğe kabul koşulları ile kamu ve özel sektörde ücretli çalışan meslektaşlara getirilen kısıtlamalardır….

Meslek yasası Oda gündemini ciddi olarak 90’lı yıllarda işgal etmiştir. Oysa, 80’li yıllar, meslek yasası inşasının arsa seçiminin yapıldığı, hatta temel kazısının gerçekleştirildiği yıllar olmuştur.

Yeniden yapılanma çerçevesinde alınan bir bölük karar ve açıklanan sayısız deklarasyonu arsa seçimi için gösterilen çabalar olarak değerlendirirsek, Oda Yönetmeliklerinde 1987’den bu yana yapılan değişiklikleri de temel kazısı olarak değerlendirebiliriz…..

….. Modelin yerleştirilmesi oldukça çetin bir süreci gerektirmektedir….. Oda Yönetmeliği Bursa’dan sonra Muğla’da da değiştirilir.  Diğer yönetmeliklerimizde de değişiklikler yapılır. Her genel kurul, yeni bir olağanüstü genel kurul gerektirir. Yeni yönetmelikler, yeni şartnameler oluşturulur. Oda’nın tüm yapısı, meslek yasasına doğru ilerlerken uzman bir hukukçunun bile altından zor kalkacağı hacimde ve karmaşıklıkta bir Mimarlar Odası mevzuatı oluşur.”

Aradan 14 yıl geçmiş. Hale bakın ki, durumumuz değişmemiş. Yine üye dayanışmasını, gençlerle iletişim kurmayı, toplum yararına iyi mimarlık için çaba göstermeyi, yapı ve kentsel çevre standartları oluşturmayı ve örgütlenmemizde eksik gördüğümüz tüm diğer adımları ıskalıyoruz. Mevzuatımız ise daha da serpilip gelişiyor.

Mesleğimizi bir düzene sokmak gibi bir idealin yanı sıra, yarım asırdan fazla bir süredir TMMOB’den ayrı, serbest mimar ve ideolojisinin egemen kılınacağı, ‘Mimarlar Odası Toplum Hizmetinde’ şiarına değil, kerameti kendinden menkul yeni bir (neo-liberal anlam yükleyerek) ‘kamu yararı’ şiarına hizmet eden, Oda’yı bir ‘kayıt ve sicil tutma aygıtı’na dönüştürmeyi hedefleyen bir idealin de içimizde kök saldığını, bu anlayışın devlet bürokrasisinde ciddi lobi çalışmalarında bulunduğunu görmek gerekir. Bu lobi çalışmaları 80’li yıllarda başlamış, gün geçtikçe etkisini artırmıştır. Ayhan Çelik, Kenan Güvenç ve Murat Uluğ, Mimarlık Dergisinin 253. Sayısındaki yazılarında  “1980’li yıllar kaotik sayılabilecek bir çokluğun ‘farklılıklarının’ politik şoklarla ıslah edilerek bir örnekleştirildiği zamanlar olarak toplum tarihine geçmiştir…. Artık akademisyenler, elitistler, yarışmacılar, hatta piyasacılar yoktur. Bütün bu kategorik ayrımlar, ‘iş yapan’ mimar grubunca emilmiştir. Serbest Mimar ve ideolojisi, icra ve örgütlenmenin merkezine gelip oturmuştur.” diyorlardı.

Ama dediğim gibi, bizimle uğraşan yalnız kendimiz değiliz. TMMOB yasasını değiştirme, Mimarlar için ayrı bir örgütlenme modeli oluşturma gayretlerinin merkezi yönetimin gündeminde olduğunu sağır sultan duydu. Bu gayretlere karşı örgütlenmemizi geliştirmek, üye dayanışması sağlamak için el birliği ile çalışmak yerine, merkezi yönetime adeta davetiye çıkarmaktayız. Odamızın hazırladığı ‘Mimarlık Hakkında Kanun Tasarısı’ kitapçığı, kamuoyu ile paylaşılmak ve merkezi yönetime de iletilmek üzere yayımlandı. Bu kitapçığın MYK tarafından hazırlanan gerekçe bölümünde “TMMOB çatısı altındaki odalara bakıldığında görülecektir ki pek çoğu birbirleri ile hiç ilgisi olmayan meslek disiplinlerini kapsamaktadır..... Bu koşullarda sayıları 23’ü bulan meslek odalarının üyelerinin tabi olacağı hukukun da tek bir kanun ile düzenlenmesinin uygulamada çok büyük sorunlar yarattığı kolaylıkla görülebilmektedir…..  TMMOB’nin çatısı, örgütsel yapısı korunmak koşuluyla her meslek disiplininin kendi ihtiyacı olan kanunların çıkarılması zorunlu olmuştur.” diyor… Bu gerekçenin ve kanun tasarısının TMMOB çatısına dokunmamayı da talep eden utangaç bir davet olduğunun altını çizmek gerek. Ne var ki aynı zamanda bu utangaç davetin merkezi yönetimce okunacak kısmını da tahmin etmek zor değil. Üstelik, bu son taslak Odamızın merkezi yönetime arz ettiği ilk taslak da değil. 1986’da, 1992’de ve sonraki yıllarda, kimi resmi ziyaretle, kimi meslektaşlarımızın bireysel girişimleriyle çeşitli ‘mimarlık kanun tasarıları’ ilgili siyasilere verilmedi mi? Bu taslakların hemen tümü, Oda’nın örgütsel yapısını kökten değiştirmiyor muydu? Bugün bile, merkezi idarenin elinde meslek camiamızca arz edilmiş kaç tane ‘Mimarlık Hakkında Kanun Tasarısı’ var acaba?

Ve tüm bu kanun tasarılarının öngördüğü eğitim, staj, mesleğe kabul koşulları, unvan ve yetki kullanma kuralları, melek içi eğitim zorunluluğu gibi düzenlemeler adım adım iç hukukumuza girmiyor mu? Mevzuat yığınlarının altında giderek bürokratlaşma, bürokrasiye gömülme, bürokratik bir oda haline dönüşme, bürokratik bir kurum haline dönüşme tehlikesi yok mu? Mimarlar Odası, tüm birimleri ile, şu anda bir ‘kimlik bunalımında’ değil mi?

O halde herkes açık olsun, niyeti neyse söylesin. Bazıları bıyık altından gülüyor, “siz konuşa durun bakalım” diyor… Bazıları satır aralarında yazıyor asıl niyetlerini… Bazıları dürüst davranıyor ve kiminle ittifak yapacağını, kiminle nerelere kadar gideceğini açıkça söylüyor. Bazıları da, belki iyi niyetle, belki gerçekten örgütün gelişmesi ve örgüt içi demokrasinin güçlenmesi adına, ama, yeri ve önceliği olmayan girişimlerde bulunuyorlar…

Herkesin bildiğini saklamanın kimseye yararı yok. Genel Kurul kürsülerinden “…ben devrimciyim!” demek yetmiyor. Ne olup bittiğini görmek ve hayatı, yaşananları sorgulamak, hatta İsa’nın “Quo vadis domine? Nereye gidiyorsun hazret?” sorusuna verdiği yanıtta olduğu gibi “bilmeyen arkadaşları aydınlatmak’ için çaba harcamak gerekiyor. Ben de tüm meslektaşlara, kendime, Mimarlar Odası’na soruyorum. Sadece Mimarlar Odası bağlamında değil, diğer meslek odaları ve TMMOB için de soruyorum:  “Acaba nereye gidiyoruz?”

Quo Vadis arkadaşlar?  Gerçekten biz nereye gidiyoruz? Bu sorunun yanıtını acilen bulmamız lazım. Yoksa gideceğimiz yeri başkaları gösterecek pek yakında.