2010, Mimarlığın Sosyal Forumu'na Doğru...

KAYGILAR…

Şu gerçeği görelim: Mimarlar mutsuz. Ücretli çalışanların ücretleri düşük, zaten iş bulmak zor, mesleki ve sosyal haklarından taviz vererek iş bulabiliyorlar. Kamu çalışanları küçülen devlet yapısının değişim sancılarını birebir yaşıyorlar. İşsizlik, yapı sektöründeki yanlış politikalar yetmiyormuş gibi, etik sorunlarla da uğraşmak zorunda kalıyoruz: Haksız rekabet, imzacılık almış yürümüş. Mutsuzluk, giderek umutsuzluğa dönüşüyor. Serbest bürolar bir bir kapanıyor. Meslektaşlarımız bu sorunlarına eğilmek, çözüm bulmak için Odamızda çalışma gurupları, komisyonlar oluşturuyorlar.

Mesleki Denetim Uygulaması 60’lı yıllarla başlıyor. Mesleki Denetimin başladığı zaman başlıca gerekçesi, haksız rekabetin önlenmesi, yetkisiz kişilerin mimari projelere imza atmasının önüne geçilmesiydi. O zamanlar, kalfalar gazetelere ilân verirler, nasıl yapıyorlar idiyse, mimari proje hazırlarlardı.

Aradan yıllar geçti, elli yıldır çok mücadele verildi ama baktığımızda çok fazla değişmiş gibi gözükmüyor, yine haksız rekabet, yine yetkisiz kişilerin mimarlığı, yine imzacılık var. Belki artık kalfalar imzalamıyor, inşaat mühendisleri de artık ihtisas ayrımına uydular. Ama görüyoruz ki, haksız rekabetten, imzacılıktan da öte, piyasada çalışan “sahte” mimarlar var. “Sahte mimar diplomalı” kişiler mimarlık yapıyorlar. Yakalanıncaya kadar bunların hazırladığı projeler belediyelerden onay görüyor.

Elbette bu kendimizi de eleştirmemiz gereken bir duruma işaret ediyor. “Sahte mimar”ın hazırladığı proje ile imzacı mimarın projesi arasında çok büyük fark yok ki, o da belediyeden geçiyor rahatlıkla. Daha kötüsü, toplumun kent topraklarına paragöz bakışı ile mimari çevreye duyarsız yaklaşımının örtüşmesi. Bu yadsınamaz bir şekilde bir sosyo-ekonomik sistem sorunu ve aynı zamanda bir etik sorunudur. Etik sorunu sistemden elbette koparamayız. Etik sorun, sistem sorunlarıyla birlikte yürür. Sistem ne kadar bozuksa, meslek etiği de o kadar bozuluyor ne yazık ki. Bu her alanda böyle, yani sadece mimarlık alanında değil, mühendislik alanında da, tıp alanında da, hatta hukuk alanında da böyle olabiliyor.

Sistem ’61 yılından beri çok değişti, çok farklılaştı, yeni düzenler geldi. Hatta bundan yirmi yıl öncesine göre bile, küresel ekonominin hizmetlerin serbest dolaşımının önündeki engelleri kaldırmaya yönelik dayatmalarıyla birlikte çok değişti. Avrupa Birliğinin mimarlık mesleğini, nitelikli mesleklerden biri olarak değil de, bir pazar düzenlemesi gibi ele almış olması Avrupa Mimarlar Konseyi’nin de (ACE) tavır aldığı bir durum. AB, aslında “hizmetin niteliğinin rekabetini” esas alıyor, kaliteye önem veriyor. Ancak bu arada fiyat rekabetinin önündeki engelleri kaldırarak piyasada çelişkili bir durum yaratıyor. AB ülkelerindeki rekabet kurulları gibi, bizdeki Rekabet Kurulu da meseleye böyle bakıyor. Meslek örgütlerinin asgari ücret tarifelerini “rekabete engel” görüyor. Bizim anladığımız “haksız rekabet” Rekabet Kurulu’nun söylediğinden çok farklı. Mimarlar Odası yıllardır fiyat kırımının haksız rekabet yarattığını ve hizmet kalitesini düşürdüğünü, kamu kesiminin proje elde ederken ihale yolunu seçmesinin ve denetim zaaflarının kamu yapılarında nitelik kaybına yol açtığını söyledi. İhale yerine “yarışma” yöntemini önerdi.

Ama artık bu rekabet meselesine, şimdi bizim de farklı bir gözle bakmamız ve nitelik sorununa daha fazla dikkat etmemiz gerekiyor. Demek ki, kentlerimizi, çevremizi, sokaklarımızı ve yapılarımızı daha yaşanılır ve sağlıklı görmek, mesleğimizi saygın kılmak istiyorsak, sistem sorunlarıyla uğraşmanın yanı sıra, nitelik – fiyat ilişkisi içindeki bir rekabet anlayışını ön plana çıkartmak ve topluma benimsetmek için çaba göstermeliyiz. Bu aynı zamanda iyi bir mimarlık eğitimini, sürekli mesleki gelişimi ve ödünsüz bir mesleki özeni gerektiriyor. Ekmek kavgası ve gelecek kaygısı içinde, Oda mekânlarında bir araya gelen meslektaşlarımız, dünyayı, ülkemizi ve mesleğimizin eğitimden uygulamaya koşullarını tam ve doğru olarak değerlendirmek durumundalar.

Son olarak bir gazete haberine bakalım: Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün yapmış olduğu araştırmaya göre Türkiye ekonomisi büyürken aynı zamanda benzeri görülmemiş bir yoksulluk ortaya çıktı. TÜİK verilerine göre gıda ve gıda dışı yoksulluk sınırının altında yaşayanlar nüfusun yüzde 20’sini oluşturuyor. Yani ülkemizde 14 milyon 681 bin kişi ulusal yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Mimarlığın Sosyal Forumu, bu koşullar altında,  daha da önem kazanmıyor mu?

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi
Yönetim Kurulu Adına

Fatih Söyler, Başkan