Fatih Söyler
16.04.2004
UIA 2005 önemli, hem de çok önemlidir. UIA 2005’in başarıyla
gerçekleşmesi yalnızca yabancı konuklarımızın hoşnutluğu anlamına gelmemelidir.
Bu etkinlik, mimarlığa yabancılaştırılmış olan toplumumuzun tekrar mimarlıkla
kucaklaşması, mimarlığın toplumsallaşması için bir fırsattır. Bu fırsatı iyi
değerlendirmemiz, tüm örgütümüzün ve tüm meslektaşlarımızın katılarak, etkin
şekilde içinde yer alarak UIA 2005’e sahip çıkmamız gerekir; ancak UIA 2005 tek
konumuz değildir. Karşılaştığımız sorunların, karşı karşıya olduğumuz durumun
bilincindeyiz hepimiz. Uluslararası sözleşmeler, yasal düzenlemeler, AB ve GATS
süreci üzerimize çığ gibi geliyor. Bu çığın altında kalmamak için elbirliğiyle
çalışmak, mesleğin, ülkemizin, toplumumuzun karşı karşıya olduğu tehditlere
karşı hep birlikte durmak gerekir.
ACE ve UIA düzenlemeleri çoğu kez ve ağırlıkla Dünya Ticaret
Örgütünün, Avrupa Birliği düzenlemelerinin ve politikalarının etkisi
altındadır. UIA’nın Anglosakson, ACE’nin ise büyük ölçüde Fransız-Germen
yönlendirmeleri etkisi altında olduğunu unutmayalım, UIA ve ACE düzenlemelerini
ince eleyip sık dokuyalım.
Sağlıklı yapılaşma ve sağlıklı kentleşme meslek ve yapı
standartlarını yükseltmemiz gerekir. Nitelikli, yaşanılır çevreler yaratmanın
birinci çağdaş koşulu normların, standartların oluşturulmasıdır. Standartlar
tasarımın önünde engel değil; tam tersine, tasarıma ve yaratıcı düşünceye katkı
sağlayan veriler olmak durumundadır. Peki, bu çalışmalar, bu yoğunluklar
içerisinde dünyaya, çevremize bakışımız, çalışma tarzımızın nasıl olacağına
yönelik yaklaşımımız nasıl olmalı? Öncelikle değişimin, dönüşümün dinamiklerini
kavramak gerekir. Bu dinamiklerin toplumsal etkilerini anlamaya çalışmak,
değişimin toplumda yarattığı yıkıcı etkiler karşısında tavır almak, aynı
zamanda değişimin yarattığı devrimci rüzgârı hissetmek gerekir. Değişim ve
dönüşümlerin, yeni Dünya düzeninin yoksullaştıran, işsizleştiren,
yabancılaştıran etkilerini görmek gerekir. Toplumsal dönüşümleri göremeyen,
görmek istemeyen, toplumsal muhalefeti ve sol düşünceyi derin devlet
ideolojisinin kalın ve kaba çizgileri içine hapseden sığ düşüncelere kapılmamamız
ve hayatı tüm berraklığıyla, ön yargılarımızdan arınmış olarak ve tüm
gerçekliğiyle kavramamız gerekir.
İkincisi; ütopyalarımızın, hayallerimizin olması gerekir.
Ütopyalarımızın ve hayallerimizin gerçekleşmesi için çaba göstermemiz gerekir.
Hayallerimiz, umutlarımız, yeni dünya düzeninin ülkemize özgü Özalist yöntemin
kaotik anlayışıyla gerçekleşemez. Yapma isteklerinin gerçekleştirilebileceği
platformlar, programlı bir çalışma anlayışıyla yaratılır. Hayallerimiz ve
ütopyalarımız rastlantılara bırakılamaz. Geleceğimiz ve umutlarımız, kaosun
bizi nereye götüreceğini bilmediğimiz girdaplarına terk edilemez.
Son olarak; birbirimize güvenmemiz, birbirimizi anlamaya
çalışmamız, birbirimizi sevmemiz gerekir. Herkesin birbirine kuşkuyla baktığı
ortamlar kör kuyulara benzerler, içine düştüğümüzde çıkmamız zor olur.
Birbirimizi anlamamız için, her konuda illa aynı görüşte olmamız gerekmiyor.
Farklı olsa bile, düşüncelerimizi, görüşlerimizi, ideallerimizi, hayallerimizi
korkmadan, karşımızdakinden dostluk ve anlayış bekleyerek, iç huzuruyla
söyleyebileceğimiz, dertleşeceğimiz ortamlar yaratmamız gerekir. Hayatı
paylaşmak güvenle olur, sevgiyle olur. Birbirini sevmeyen, sevmesini
öğrenemeyen topluluklar birlikte yol alamazlar. Mimarlar Odası’nın ‘sokak kapısının’
üzerine, “Bu kapıdan içeriye kuşku
giremez” yazdığımız gün ütopyalarımızın gerçekleşmeye başladığını da
göreceğiz.