Mor Çiçek

29 şiirden oluşan Mor Çiçek, Gece Yayınları tarafından 1992 yılında yayınlandı.


MOR ÇİÇEK


           kimlere…

I

şu taşların arsından fışkıran
mor çiçek,
seni üzmeye kimsenin hakkı yok

II

konur sokakta bir öğle vakti
kaldırımlar üzerinde otomobiller
çöp tenekelerinin içinde bir adam
konuşuyor burnu sümüklü bir çocukla
nasılsa karşılaşıveren iki simitçi

çocuk ayakkabı boyuyor kıraathanenin önünde
nokra tutmuş bardaklardan içiliyor demli çay
tavla şakırtılarına karışıyor memleket meseleleri

dershaneye karşı dizilmiş delikanlılar
tozu dumana katarak geçiyor bir taksi
yaşıyormuş, diyor biri,
yaşamak gerek, öyle değil mi?

III

uçurtmalar salacağız güneşe
mektup yollayacağız ipe takıp
ve el çırpacağız umutla

ama eğer güneş
saklanmışsa bulutların ardına
ve yanıt vermiyorsa bize
ona
esintili başka günlerde
yine uçurtmalar salıp
mektup yollayacağız
ve el çırpacağız umutla

IV

kar yağardı insanların üstüne

gece soğuk
rüzgârın sesi yankılanıyor penceremde
belki de sabah
kar tanelerini yakalamış olacak camlar

üşüyor toprak
acı bir düş gibi
daha dün çiçeklenmemiş miydi mavi sular

V

bir karabasan olmalı bu
buzla kaplı yeryüzü
görünmeyen ufukta kayboluyor sonsuz ova
korkunç ağızları kraterlerin
yutuyor çığlık çığlığa insanları duyulmayan
yokluktan çıkıp gelen amansız
canavarların homurtusu altında

hayır, bir karabasan olmalı bu:
bir dudağı yerde bir dudağı gökte
takıp gelmiş zilliler
cinler ok yağdırıyor uçuşan perilere
mesih katledilmiş diyorlar yıllar önce
bu bir kıyam günü, oğulları kestiği babaların
anaların yediği evlatlarını
tanımadığı kardeşin kardeşi
bir koca kopuş
bir tek başına kalış günü bu

ama, hayır, bir karabasan olmalı bu
işte, üşüyorum
besbelli, bir kanıt yaşadığıma
tutuyor elim kolum
hareket edince kan akacak
uyuşmuş bacağıma

VI

sevdiğim
mor çiçeğim
neredesin
ne yaparsın, ne edersin

doğru mu işittiklerim
ne yaptılar sana, bir işmar ver
biliyorum
ne sesini duymam ne de dokunmam mümkün değil
anlarım ben, kapa yaprağını, değiştir kokunu
ama sakın
bükme boynunu

bak
ölüler yürüyor kaldırımlarda
tıkalı kulakları, örtülü gözleri
gölgelerinden korkarak
uçuşuyor ayak izleri

daha bu sabah
bir yıldız kaydı penceremden
yüreğim sıkışıyor
inan
ıssızlığın içinden
diyorsun ki bana, ağlama
güzel şeylerden söz et
söz ederim dilimden

anlarım ben, bir işmar ver
değiştir kokunu
ama sakın
bükme boynunu

VII

yapma!
kendine ihanetini
kendi elinle kurma
ölmüyor
herkes aynı anda
bilmiyor musun
çelenk değil
sana uzatılan her demet papatya

rüzgâr şişirmiyor
her açılan yelkeni
ne de yelken var
her rüzgârda

bu şiir bir yere varır mı bilinmez
kerameti kusuru
yazanla yazdıranda

 VIII

apansız, belki de hiç beklemediğin bir anda
kalabilirsin umarsız, tek başına
yeniden kurarak ve yön vererek yaşamına
yakıp
tüm beklentilerini
iradenin cehennem ocağında
dimdik yürüyebilirsin

gururlanabilirsin zaman zaman
alt edişinle tüm zebanileri
ve sükûnetinle karşılamaktan tüm sevgileri
yüreğinin buruntularına kapılmadan

          hoşça kal mor çiçek
          gül basmalım hoşça kal

IX

gidişinin önünde
engelsiz açtı zakkumlar

X

duygusuzum günlerdir
ay ışığı tükenmiş
ne sancakta
ne de iskelede ışık var

uzakta kara
orada bir yerde
belirsiz
bir hayal gibi
uykuda ve sessiz

kıyıyı
içgüdüsüyle
tedirgin
ve korkuyla
izliyor tekne

kayalık karşısı, biliyorum
ıslak serenin ardında
olsa da karanlık
olsa da ay ışığı tükenmiş
kayalıklar, tam işte, orada

karanlık ve boşlukta tekne
karanlık ve boş sular

oysa ölüm bana uzak
ve korku içimdeki
yüreğimin susmasından

ay ışığı tükenmiş
ve duygusuzum günlerdir

XI

yalanmış söylediklerin
kendi çımanı düşünmüşsün hep
bir kez olsun haz duymamışsın akan rüzgârın savurmasından saçlarını
ne de yıkanmaktan tuzlu sularıyla yelkenlerin

kendi limanını düşlemişsin hey
haydi vursana, iskele sancakta
yaklaştığında, başaltında,
göreceksin: yosun kokan ilmek yatmakta

besbelli yalanmış söylediklerin
dümenini kurmuşsun kendi rotana
emrine amade harita pusula

ıslak serenin ardında
yakamozları defnenin
yakalayabilir misin boğduğun açıklarda

XII

şimdi doğmuş
ağlıyor:
yaşamakla ölmek arasında
kararlı: yalnız bundan sonra

intihar bile fayda etmeyecek
anlaşıldı: kulaklarının duyduğu, gözlerinin gördüğü
soluk almakla vermek arasında
donmuş, kaskatı, kırmızı bulutlar gibi gelecek

ağlıyor:
kalem tutar mı parmakları
okur, öğrenir mi dünyayı, yıldızları
sever mi kimsesiz, sevda söyler mi
yaşamakla ölmek arasında
çaresiz
orada olmuş, burada
rüzgârda yaprak yüreği
fayda etmeyecek beşyüz yıl uzaktan gelen koku
yapayalnız bundan sonra

XIII

solgun bir gül gibi
karşıda Ayasofya
katmerleşen bir sis etrafımda

kaybolup gider
kaybolup gider

XIV

bozkırda soluksuz
geceyi
dinliyor

ayığında
yüzyıl uzaktaki çıngıraklara
ağlamaya kuruyor kendini

bir iğneli beşikte
yatırmaya yüreğini

XV

günlük mü tutmalıyım ne
bir acı hüzün içimdeki
nereye gitmeli
nerede kalmalı
bu gece
ne denli suskun! Sorgusu, besbelli,
yanıtsız kalmaya mahkûm
yanıtsız kalacak apaçık:
üşümek yüreğimim kaderi

bu sıkıntı cebren girdi beynime
sarsak kollarım, tedirgin bacaklarım
iğreti oturduğum iskemlede

kim benim dostlarım
içten mi kal dedikleri
istekle mi seriliyor yer yatağım
helâl mi yediğim ekmek
kim kalkacak önce
kapıyı ben mi açmalıyım
çayı ben demlesem… ne çıkar,
işte, orada, yapayalnız
böyle düşünmeyi ben mi zorladım

neler oluyor bana
ne yapacağım
ne edeceğim
bu gece nereye gideceğim

XVI

isyanımın çıkmazları derinden
olamıyor, bir şey gelmez elimden
şu işe bak, yalnızlık koptu yüreğimden

ne denizin kokusu ne de göğün mavisi
uzatmıyor, kahretmesin elini
kavuşamamakmış yaşamamın bedeli

XVII

anlaşılmaz bir adam oldum sonunda
bunca okumanın sonu, diyor annem
elimiz ayağımız kırılsaydı da, diyor

bir yabancıyım dünyaya
yok alıp veremediğim bir şey
geceyarısı
eskişehir garında
satılan yoğurt kadar uzak
bir gereksinim bana yaşamak

XVIII

yanımızdan geçip gidiveren bir trenin
penceresinde
bir an
tarif edilemeyecek kadar kısa bir an
elinde bir gazete, bir peynir dürümü
meraklı gözleriyle bize bakan
bir insan yüzü
gibi iz bırakıyor fikrimiz

okumuş olsa bile gazetesini
az sonra
çok uzaklarda
aynı ifadeyle gözleniriz

XIX

çıkmadı çıkamaz aklımdan
saplayan hançeri yüreğime
ışıklar içinde çoğalıp duranb
bir can olsun borcum dediğim ölüme ateş yakan

çıkmıyor çıkamıyor aklımdan
çekip çıkaran hançeri yüreğimden
ışıklar içinde yaklaşıp dıuranbBir can olsun borcum dediğim ölüme iz akıtan

XX

boşa  değil onca emek diyedir
ak sürgünler, taze filiz, gonca gül
garip gönlüm nice sevgi yeşertir
bir gün gelir dağlar aşar mor sümbül

XXI

ne demeliyi yapmam gereken nedir
bir an mıdır muhabbeti gönlümün
elinin sıcaklığı müsebbibi ömrümün
söyle hâlâ zamanı geçmiş midir

XXII

nasıl da zehir ederler yaşamayı
sonunda bir avuç toprak
çağırır seni yıldızların derinliğine
başına ne işler açacağını bilemeyeceğin bir yolculuğa
çıkmayı kurarsın seçeneksizliğin kıskacında
kırık dökük, yürüyüverirsin

XXIII

burada
bu boş gecede
karman çorman ölüm
sonbaharda kırmızı, sarı
inse üstüme, aldırmam
yok burada çok uzakta gemiler

dayanamam
ya erişir, koparırım zincirleri
ya da kara buza karışırım

XXIV

beni kahrediyor
bilir misin neler neler
kestane şekeri
kırmızı çorap
mor boncuk

çoğalan, büyüyen, önüne kattığını götüren sel
dizilip gelir kır çiçekleri birer birer
yeniden doğsaydım eğer

XXV

binbir hasret binbir keder
sararmış hayalî resimler

          sol yanımda gemiler
          biri gelir biri gider

XXVI

en güzel sesleri işittim yelkenliden
uçup giderken
deniz üzerinde sınırsız
su şıkırtıları
ve ip gıcırtıları
yarattılar yüreğimi yeni baştan:
eriştim yıldızlara
o
sanki
uzanıp da tutamadığım

XXVII

bugün yüce bir gün
el salladık güneşe
ve o bize
evrenden toplatılmış
bir demet kır çiçeği gönderdi

çiçeklerle konuştuk bir bir
mutlu ülkelerinden söz ettiler hepsi
bizler de mutlu olacağız, dedik

yüce bir gün, bugün

XXVIII

yakıcı ışınları güneşin
olmazsa neye yarar yaşamak?

XXIX

unutma!

hani üçadalardan
çıralıya
çırpıntının içine
koyvermiş kendini
kırık dökük
yelkeni yırtık

kimbilir kim kime kimi