İhanet


Gözlerinin önündeki fotoğraf sanki onun fotoğrafı değil. Bir başkası. Apoletleri ve kara gözlükleri ile bir diktatörlük subayı. Ayın on ikisinden sonra fırsat bulmuş, bastırılmış duygularını kusuyor. Ölü adam üzülüyor.

Kim demiş, kim yapmış, nerede söylenmiş, nerede yazılmış bunlar? Temeline küfür ve hakaret taşları yerleştirdikleri hastalıklı iddianamelerini bile, göstermelik bir demokrasi anlayışının zorlamasıyla yazıyorlar: Pekâlâ gördükleri yerde vurabilirlerdi. Ölü bir adamın savunmasını ise üstlenecek gözü pek öyle kolay çıkmıyor.

Ölü adam yanıt vermiyor. Bedeni artık soğumuş, dudakları katılaşmıştır. Ölü adam üzülüyor. Silahını doğrultup ona ateş eden kişiyi son anda gördü. Katili tanıyordu: Yıllarca dostu sandığı, Bizans’a, Frigya’ya ve Likya’ya birlikte gittikleri, ortak düşmana karşı savaşlara girip zaferler kazandıkları biriydi bu. Kıpırtısız bedeninin yattığı yere üşüşen insanlara adını söylemek istedi. Nefesi yetmedi, dudaklarını kıpırdatamadı.

Ölü adam üzülüyor: Ben, diyor, öyle demedim ki! Kim demiş, kim yapmış, nerede yazılmış bunlar?

Ama artık bunların önemi yok. Zaten, kırk yıllık kadim dostu, O’na ateş ederken, gerekçesini söylemişti: “Yollarımız burada ayrılıyor.” Bir an üzerine gelen kurşunu gördü. Kaçamadı. Katiline şunları söylemek isterdi:

“Ayrıldığın yol çıngırak yılanlarının ve akreplerin geçit vermediği bir yoldur. Tepede yanan ateş, mavi ve kırmızı alazları ile seni çekiyor. Olympos’un doruklarına ulaşmak için duyduğun dayanılmaz arzuya yenik düştün. Dizginleyemediğin ihtirasın yok olmanın nedenidir. Tarih seni yargılayacak.”


Önce uyardılar. Sonra tehdit ettiler. Sözlü tehditleri, zamanla, saldırganlığa dönüştü. Yılmadı. Şöyle dedi:

“Morakkonya Krallığının baş mimarı, bana yönelttiği suçlamalarla, asılsız ve dayanaksız iddialarla beni gözden düşürmek istedi. O’na yanıt vermeyi gereksiz buluyorum. Artık yanıt vermenin bir anlamı kalmadı. O, kuyuya konuşuyor. Kendi söylediğini kendisi dinliyor. Gözleri ise kuyular kadar kör. Bu ülkede bu kadar çok kuyu olduğunu bilmiyordum.”


Uyandığında, başucunda bulduğu yırtık fotoğrafın oraya nasıl geldiğini yıllarca anlayamadı.

(2004, Ankara)