Sorgun'da Bir Salıncak

sıcak ve kuru bir rüzgâr
uğulduyordu ağaçların arasında
ve zaman zaman
yere düşen kozalaklar
altın renkli kumların üzerinde yükselen hayatın
o müthiş dinginliğini
ruhumuza işliyordu tutkuyla!
başı bulutlara değen
bir fıstık çamının dalında
bir salıncaktaydın
ve ellerin
göğe uzanan ipleri tutuyordu sıkı sıkı...
fıstık çamlarının gölgesi
başına düşüyordu
ve sallandıkça salıncak
ayakların güneşe değiyordu.
safi yakamozdu deniz:
güneş denizden geliyordu
ve gözlerin güneş gibi parlıyordu
ve ben ayaklarını
ve gülen gözlerini
ve ipleri tutan ellerini
öpüp okşuyordum gizlice...
of, uyandırmayın beni!
of, ne olmuş, hayallerdeyim,
bir bıçağın sırtında,
namluların ucunda,
uçurumların kıyısında,
maviyim,
mavi gökyüzündeyim...
dokunmayın bana!
uzak durun, ne olur;
bulutlarla buluşan bir salıncakmış...
olmazmış bu iş...
yapma,
haydi, yapma!
çocuk yüreğim
adım attığım çıkmaz yolda,
tut ki aşığım,
tut ki dolanmış parmaklarım parmaklarına,
tut ki öpmüşüm dudaklarından,
tut ki sandaletlerini sevmişim sakına sakına...
ne?
ne var?
ne olmuş?
tut ki aşığım sana...